Bölüm 2: Dağların Arasında

1 1 0
                                    

Yıllar sonra,

Emhis Dağlarının Kuzey yamacı...

...

Uçsuz bucaksız karla kaplı dağların arasında bir çukurun içinde var olmuş buzdan göl benzersizce parıldıyordu. Dağlarda yolculuk yapabilmenin tek yolu sarp kayalıkların ulaşmadığı ve gölün yanında doğal yollarla oluşmuş düzlüktü. Bu konuda bilgili olduğu için şanslı sayılmasına rağmen soğuk yüzünden yürümekte zorlanıyordu.

Bir kaç saat önceye kadar etkisini gösteren tipi yerini sakin bir havaya bırakmıştı. Yine de hava sıcak nefesleri dondurmak için sinsice tuzaklar kuruyordu.
Rihim dağların kurnazca oyunundan yorulmuştu.
Ne buz gölünün parıltılı ve mistik manzarası nede donmuş canlıların ruhsal silueti, can tehlikesiyle muazzam bir seyir olarak görünmedi. Hele ki donmuş heykellerden birine dönüşebilme ihtimali varken.
Ortama ayak uyduracak kadar güçlü olmayı diledi. Bazen de kaybolmayı...

Sırtında kalın battaniyenin sardığı yük, kat ettiği uzun yolun yorgunluğu ile daha da ağırlaştı.

Ancak her sene olduğu gibi bunu yapmaktan başka şansı yoktu. Ya başaracak yada yıkılacaktı. Neyse ki sırtında ısı yayan biriciği üşüme yükünü bir nebzede olsa omuzlarından almıştı.

"Kendini fazla zorlama Erlin. Bu kadar sıcaklık yeterli."

"Tamam anne."

Soğuk yüzünden kurumuş ve yer yer çatlamış dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Dağların ona asla sunamayacağı hislerle doldu.
Anlamsız bir hayat yaşamıştı. Gereksiz şeylere hem zaman hem ruhunu harcamıştı. Ancak bu çocuğun varlığı yalnızlık sınavında elde ettiği bir hediyeydi. Ve bu hayatta tek dayanağıydı.

Erlin ona bir çocuktan daha fazlasını vermişti. Sevgiyi onda bulmuştu, yalnızlığını onunla gidermişti. Tesellisi küçük çocuğun kendisine benzeyen gözlerinde saklıydı. Zorlu yolculuğu bile onun sayesinde daha kolaydı.

Yolculuk beklediklerinden daha uzun sürdü. Ama sonunda hedef noktaları olan mağaraya varmışlardı. Mağaranın girişindeki bariyerden geçtiler. Giriş sadece yetkisi olanlara görünen bir illüzyonla saklanmıştı. Kadim zamandan beri burası atalarının koruduğu bölgeydi. Mağaraya sadece izin verilenler girebilirdi. Bunu bu zamana kadar kimse bozmaya çalışmadı. Buz gibi hava yüzünden mağaranın korunmaya pek ihtiyaç duymaması büyük bir avantajdı.

Girdikleri andan itibaren hava akımı tenlerini sarsacak şekilde değişime uğradı. Dışarıdaki soğuk havaya rağmen karanlık taşların sardığı mağara yaşanabilir sıcaklıktaydı. En azından ruhları avlamaya çalışan soğuk bir hava yoktu. 

Yere diz çöktü ve aceleyle belindeki düğümü çözdü, sırtındakiler beraberinde çözüldü. O sırada sıkı sıkıya sardığı çocuk battaniyenin arsından sıyrıldı. Onu kucağına çekerken tatlı ifadesiyle gözleri kamaşan Rihimin yüzünde bir tebessüm belirdi. Çocuğun parlak mavi gözleri ona ilgiyle bakıyordu. Minik burnu ve dudakları ile tam bir dünya tatlısıydı. Yanağını şefkatle okşadı.

"Yolculuk nasıldı. Hiç üşüdün mü?"

"Hiç üşümedim. Alev beni sıcak tuttu."

"Bu iyi."

Gül gibi kurumuş dudaklarıyla çocuğun alnından öptü ve ayağa kalktı. Mağarayı kolaçan etti. Kimsenin giremeyeceğini bilmesine rağmen tedbirli olmaktan zarar gelmezdi. Sonuçta şu ana kadar ondan başkasının bu mağaraya girip girmediğine şahit olmadığı için bildiği her şey teoriden ibaretti. Tasdiklemediği her bilgi ise şüpheliydi.

"Geçen sefer sakladığımız odunları yakalım. Uzun süre buradayız."

"Ben yakarım anne. Sen işini hallet."

"Sana yardım edeyim."

"Biliyorsun. Ateş yakmada herkesten iyiyim."

Çocuk avucunun içinde beliren ateşi göstererek annesine güven verircesine gülümsedi.
Eskiden olsa ellerinden çıkardığı alev yüzünden kendini yakma ihtimali onu hep tedirgin ederdi. Ancak bir süre sonra anladı ki alev sahibinin istemediği kimseyi yakmaya hizmet etmiyordu. Her sene zorunlu olarak yaptığı korkunç soğuk yolculuk bile bu sayede çekilebilir hale gelmişti.

"Peki."

Uysalca oğlunu onaylayıp mağaranın içlerine doğru ilerledi. İçeri gidildikçe karanlık yerini aydınlığa bırakıyordu. Bunun iki nedeni vardı. Kendi kendini doğurduğuna kanaat getirdiği ışık saçarak etrafa dağılmış elmas benzeri taşlar ve kalın yarıkların arasından gelen minik gün ışığı.

Bir güneş kadar tesir etmiyordu ama yolunu bulmasını sağlıyordu. Sonunda büyük bir ovuğun altında bir ışık huzmesiyle aydınlanan müthiş güzellikteki bahçeye ulaştı. Yüz çizgileri memnuniyetle şekillendi.

Gerçek dışı güzelliği yüzünden varlığından her zaman şüphe duyduğu bahçenin, buraya her geldiğinde hiç var olmamış gibi kaybolma ihtimalini göz ardı edemedi. İllüzyona benzeyen parıltısı gözlerini kısmasına neden oldu.

Emhis'in gizemli ve erişilmez 5 bahçesinden biri karşısında duruyordu. Yapabileceklerinin sınırı yoktu ama arzuya dair hiçbir şey hissetmiyordu. Geriye kalan sadece basit bir hayranlıktı.

Sessiz adımlarla mağara taşlarında solmuş izler bıraktı. Gerekli gördüğü ve talimat verilmiş bitkileri sonra toplayacaktı. Şimdi yapması gereken bahçenin ortasında minik bir alanda değişime uğrayan taşların inciye benzer yüzeyine uzanmaktı. Böylece içinde biriken kontrolsüzlük bir nebze olsun giderilecekti. Aklını kaybetmek yada kendini öldürtmek istemiyorsa bu ritüeli her yıl 10 gün boyunca yapmak zorundaydı.

Geçmişteki seçimlerinin acı bir sonucuydu.

Taşların pürüzsüz yüzeyine uzandı. Ondan kara bir gölge gibi çekilen hislerin getirdiği anılarda zihni kaybolurken gözleri karardı.

...

Merhaba Değerli okuyucularım,

Duyguların yolculuğuna devam ediyoruz.

2. Bölüm ile serüvenimizde ilerlerken yılların getirdiği yıpranmışlığın etkisiyle solmuş bir camın ardından yeni bir görüş kazandık. Geçmişin gizemlerinden arınıp şimdiki zamanda geleceğin getireceği sürprizlerin olağan korkusu ve heyecanının kapısını araladık.

Gelecek bölümde anıların tatlı heyecanı sizlerle olacak.

Yazarınız... ♥️

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 14 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Sevmek yada SevmemekWhere stories live. Discover now