8-GEÇMİŞİN AYRIMI

90 29 75
                                    

  Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan; acıtır, konuşsan; kanatır.

Oğuz Atay

28.01.2018 Cuma 18.58

Farklı bir sesi vardı bugünün. Hamza'nın ruhuna fısıldıyordu olacakları ama sadece sıkıntısını hissedebiliyordu bedeninde. Kardeşi Yalçın ortamı toparlamayı birkaç kez denedi ama önce kendi içine söz geçirmesi gerekiyordu. Şu zamana kadar hep birbirine destek olmuş bu iki kardeşin bile kelimelerinin tükendiği andı. Bazen bir sıkıntı oturur ya insanın tam midesinin arkasına, herkesin başına gelmiştir Hah işte tam o haldeydi ikisi de.

Bazen bu sıkıntının sebebi yoktur bazen ise bir volkanın patlamadan önce sarstığı toprakla haber verdiği gibi haber verir bir şeylerin olacağını. Odayı bu duygular sarmışken kapının çalmasıyla, toparlanmaya çalıştılar. Evin hizmetlisi Sema Hanım topuklusunun çıkardığı seslerle odanın önünden geçip, kapıya doğru ilerledi. Kapı açıldı.

"Hoş geldiniz Ekrem Bey."

Diyerek ceketini aldı. Ekrem Bey her zamanki yüksek ses tonuyla:

"Maria daha gelmedi mi?"

"Yeni telefon ettiler. Birazdan burada olurlar. Sofra hazır, dilerseniz geçebilirsiniz."

"Maria gelince başlarız. Çocuklar odalarında mı?"

"Hamza'nın keman dersi bitti. Yalçın da spordan yeni geldi efendim. Şu an oyun odasındalar."

"İyi, güzel. Ben odamdayım. Maria gelince çocuklarla beraber ineriz."

Ekrem Bey genelde otoriter bir ses tonuyla konuşurdu. Bu durum da ev ahalisinin ondan korkmasına ve çekinmesine neden oluyordu. Yani bu sadece çocuklarının hissettiği bir duygu değildi, kim Ekrem beyi tanısa aynı düşünürdü. Karşısın da duran orta yaşlı hizmetli haifçe kafasını eğerek kısık bir ses tonuyla konuştu,

"Peki, efendim."

Yalçın, dışarıdan gelen sesleri büyük bir dikkatle dinliyordu. Dikkatini o kadar çok vermişti ki istemeden ellerini siyah saçlarına geçirmiş kimin olduğunu çözmeye çalışıyordu. Hamza:

"Babam mı? Yoksa Maria Hanım mı?"

"Babam gelmiş."

Babam, insan her kelimeye iyelik eki koymak istemiyor. Oysaki kendiliğinden öyle olan kelimeler var babam, annem... Ama hiç anne dedirtmemişti annesi ona. Sebebini anlamamıştı şimdiye kadar.

Birkaç dakika sonra kapı tekrar çaldı. Bu sefer gelen Maria'ydı. Sarı saçları bukle bukle omzundan aşağı iniyordu kadının. Yemek saatinin geldiğini anlayınca mecbur odalarından çıktı iki kardeş. Yalçın koyu mavi gözlerini Hamza'ya dikmiş onun hareketlerini gözlemliyordu. Kapıyı açtıklarında kapının önünde babaları duruyordu. Geniş omuzlu tam takım giyinmişti siyah takım elbisesini tamamladığı siyah kravatının üzerinde üç yıldızlı bir kravat iğnesi takıyordu. Hamza'yla babası göz göze geldi.

"Hoş geldin. Baba"

Ekrem bey sadece başını salladı ve

"Sağ ol. Dedi"

Baba evlat arasındaki bu resmi ilişki artık alışkanlık haline gelmişti. Yalçın gökyüzü Hamza ise topraktı aileleri ise toprağa basarak gökyüzüne bakmayı tercih ediyordu. Hamza merdivenin sonundaki, mavi gözleriyle kapının kenarındaki çiçekleri inceleyen Maria'ya bakarak tekrar:

"Hoş geldiniz." Dedi, ama kadından ses çıkmadı en azından babası cevap veriyordu. Daha sonra Yalçın, hüzünlü gözlerini kardeşinden çekerek:

" Hoş geldin Baba."

"Hoş bulduk Yalçın" dedi.

" Hoş geldiniz Anne."

"Hoş bulduk yavrum hadi yemeğe geçelim artık."

Hamza'yla Yalçın birbirine baktı. Bu ayrım Hamza'yı yaraladığı kadar Yalçın'ı da üzüyordu ama elden ne gelir. Sadece susuyordu ikisi de. Ne Yalçın gökyüzü olmak istemişti ne de Hamza toprak olup her şeyi içine atmayı ama gözleri bile bu farkı açıkça gösteriyordu.

Sofraya geçtiler. Karahan ailesinin sofrası, aile sofrası gibi olmuyordu. Maria Hanım' da başka bir şeyler vardı bugün, huzursuzdu. Her zaman asık olan suratı Yalçın'a bile gülmüyordu. Bunu Ekrem Bey de fark etmiş olmalı ki

"Ne oldu Maria, canını sıkan bir şey mi var?"

"Evet."

İmalı ve sert bir çıkış yapmıştı asık suratlı kadın, omzunun üstündeki saçlarını geriye doğru attı. Ekrem çatalını tabağının köşesine koyarak,

"Ne peki?"

Her zaman herkese karşı sert olan bu koca adam anlamsız bir şekilde Maria'ya karşı yumuşak davranırdı.

"Artık zamanı gelmedi mi Ekrem kaç yıl oldu? Bebek de değil. Küçük dedin aklı başına gelsin dedin bir şey demedim kaç yıldır sustum. İnsanlar sorup duruyor. İnsan içine bile çıkamıyorum artık bir şey diyemiyorum."

"Ne yapayım Maria sokağa mı atayım?"

"Ne yaparsan yap bir hal çaresini bul. Ben diyeceğimi dedim."

Yalçın dayanamadı artık ve araya girdi. Yaşına rağmen çok olgun, kardeşine düşkündü. Babasının yurt dışında doğan çocuğu Yalçın, ilk evliliğinden olan oğlu Hamza ile aralarında yaş farkı yoktu. Ailelerinin davranış farkına rağmen ikiz gibi büyümüşlerdi Hamza'nın tersine Yalçın güçlü ve korumacıydı,

"Sorun ne baba."

"Bir şey yok oğlum. Yemeğini ye sen."

Sofranın en uç köşesinde Hamza olanları anlamaya çalışıyordu. Ama Maria Hanım, Hamza'nın düşünmesine gerek bırakmadı:

"Nasıl bir şey yok. Yeter artık ya. Daha ne kadar Evimde bir başkanın çocuğunu besleyeceğim ben."

Bunları derken Hamza'ya bakıyordu. İki kardeşte durumu anlamıştı artık. Hamza öylece etrafa bakıyordu. Yıllardır köşeye itilmesinin sebebi bu muydu yani? İnce bir sesle,

""Nasıl?"

Diyebildi Hamza.

Ekrem, ağzında bir şeyler geveliyor. Durumu toparlamaya çalışıyordu. Ama ne fayda Maria o kadar dolmuştu ki burnundan soluyordu. Yalçın, Hamza'nın halini görünce masadan kalktı, yanına gitti. Kardeşinin omzuna elini koydu:

"Biriniz ne olduğunu açıklayabilir mi artık?"

Ekrem de ayağa kalktı

"Salonda konuşalım." Dedi,

Tekli koltukların birinde Ekrem birinde Maria oturuyordu. Geniş koltukta ise Hamza ve Yalçın vardı. Bundan sonra konuşulacak her şey bu iki çocuğun pişmanlığı, korkusu ve yalnızlığı olacaktı. 

YALGIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin