9. BÖLÜM •can borcu•

4.4K 704 110
                                    

Bölüm atmayı unuttuğum için bir saat gecikmeli geldi🫣

Oy ve yorumlarınızı bekliyorumm

Bu bölüm 300 yorumu geçeriz bence 🥹

 2005/ Ankara En sevdiğim ağaca doğru koştuğumda Yavuz Alp de hemen arkamdan geliyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



2005/ Ankara

En sevdiğim ağaca doğru koştuğumda Yavuz Alp de hemen arkamdan geliyordu. Salıncağın hasır iplerini tutup tahta zemine oturdum. "Hadi Alpiiş," diye bağırdım.

"Bana böyle seslenirsen seni bir daha sallamam Güneş."

Gözlerimi devirdim. Yavuz Alp ve kuralları hiç bitmiyordu.

"Hadi Yavuz Alp," dedim üstüne basa basa. "Beni salla."

Yavuz Alp arkamda duruyordu. "Lütfen dediğini duymadım."

Sıkıntıyla ofladım. Bu kadar sinir bozucu olan biriyle neden en yakın arkadaş olmak istiyordum ki?. "Lütfen beni sallar mısın artık?"

"Çok ısrar ettin, sallayayım bari."

Salıncağın ipine sıkıca tutundum. Bu salıncağa her bindiğimde Yavuz Alp de benimle oluyordu. Salıncağı kendine doğru çektiğinde nefesi ensemdeki saçları dalgalandırdı ve kahkaha attım. Ensemden çok huylanıyordum. O da bunu bildiği için nefesini bilerek enseme üflüyordu. "Ya Yavuz yapma."

Tekrar yaptı ve sonra da beni hızlıca sallamaya başladı. Başımı geriye atıp tasasızca attığım yüksek sesli kahkahalar etrafımızda çınlıyordu. Yavuz daha hızlı salladı.

"Yavuz yapma, düşeceğim."

Nefesi yanağıma çarparken "Bırakmam ki," deyip tekrar iteledi. "Tutarım hep seni."

Neşeyle ona baktım. "Söz mü?"

"Söz Güneş, düşmene hiç izin vermem. Ben seni hep korurum."


2022/ Ukrayna


Bir kurşunun bir saniyeden daha hızlı olduğunu o gece abimin silahının ateşlenmesiyle öğrenmiştim.

Kurşunun hedefi bendim. Beni nişan almıştı. Sevgili abim, beni öldürmek istemişti. Üstelik bu ilk seferde değildi ama en çok yaklaştığı zamandı. Fakat o bırakmamıştı. Yüzünde kar maskesi olan adam tam o anda üstüme atlamış ve kurşunun hedefi olmuştu. Abimin son vermek istediği hayatımı yabancı biri kurtarmıştı. Tek bir kurşun, ikimizi birden yere devirecek kadar şiddetli ve güçlüydü.

Üstüme düşen ağır beden yüzünden nefesim ciğerlerimi terk etti. Bedenimdeki her bir parçayla acıyla zonklarken şaşkınlıktan donup kalmıştım. Kocaman açılmış gözlerim tavana odaklanmış olsa da hiçbir şey görmüyordum aslında. Tek düşündüğüm şey, kalbimin içinde olması gereken o kurşunun üstüme devrilen adamın içinde olduğu gerçeğiydi. Belki de benim yüzümden biri ölmüştü ve ben cesedinin altında eziliyordum. Ve bunun sebebi abimdi. Benim yüzümden hiçbir suçu olmayan bir adamı ölmüş olabilirdi. Bana sertçe çarpan bu gerçek üzerine gözlerimden yaşlar aniden akmaya başladı. Ani bastıran bir yağmur gibi hazırlıksız yakalanmıştım. Ben en son ne zaman ağladığımı bile bilmiyordum oysa, onca ilaçtan sonra gözyaşlarımı kaybettiğimi bile düşünmüştüm. Ne hallere düşmüş, neler görmüştüm ama tek bir damla gözyaşı bile akıtamamıştım. Şimdi ise tanımadığım ama hayatımı kurtaran bir adamın ölmüş olma ihtimali yüzünden ağlıyordum. Bir ihtimale yenilmiştim.

"Lütfen," diye fısıldadım boğuk sesimle. "Lütfen ölme." Lütfen benim yüzümden ölme. Bunu kaldıramazdım. "Yalvarırım..." diye hıçkırdım. "Benim yüzümden ölme."

"Sözümü tuttum." Adamın sesini duyunca irkildim. Ne dediğini bile anlamamıştım, tek odaklandığım nokta yaşıyor olmasıydı. Nefesini boynumda hissettiğim an "Yaşıyorsun!" diye soludum.

Bunu fark ettiğimde tekrar nefes almaya başlamıştım. İçeriye dolan polislerin abimi yakaladıklarını da ancak o zaman fark edebildim. Üstüme devrilen adam başını kaldırdı ve gözlerimin bir kopyası olan gözleriyle bana baktı. Burada gözü renkli çok insan görmüştüm fakat gözümle birebir aynı renkte olan birini ilk defa görüyordum. Elimi sırtına götürüp yarasına dokundum, kan olmasını bekledim ama bir şey olmadı. Adam kendini yana doğru attığında diğer polis "İyi misin?" diye sordu.

Sıkıntılı bir sesle "Çelik yelek," diye cevapladı. Rahat bir nefes aldığımda gözlerimi kapattım. Benim yüzümden zarar görmüş olsaydı buna dayanamazdım. O yelek onu korumuş olsa da ona bir can borcum vardı.

"Bırakın beni! Ben bir şey yapmadım."

Gözlerimi açıp ters kelepçe takılan abime baktım. Bilediği üç beş Ukraynaca kelimeleri tekrarlayıp duruyordu. Onu kapıdan çıkardıklarında bana baktı ve göz göze geldik. "Bu yanına kalmayacak! Senin için yine geleceğim."

İrkilsem de sesimi çıkarmadım. Yanımdaki adam yavaşça doğrulduğunda ona doğru döndüm.

Yüzünü göremesem de canının acıdığını kasılan bedeninden anlamıştım. Ayağa kalkıp elini bana doğru uzattı. Yara alan oydu ama ayağa kalkmış bana elini uzatıyordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Boyu kaçtı sahi? 1.95? Muhtemeldi. Yüzüne baktım, maskesinin gizleyemediği gözlerinde güven veren bir ifade vardı. Yıllardır görmediğim bir sıcaklıkla bakıyordu bana. Ben bu bakışlara yabancıydım, bu yüzden bir anlam veremedim. Sadece elimi uzattım, beni düştüğüm yerden kaldırması için ona izin verdim. Parmak uçlarına tutunan buz gibi ellerimi güçlü bir şekilde tuttu ve beni ağaya kaldırdı. Büyük ve soğuk elleriyle elimi sıkı sıkı tutmuştu. Daha önce elimi kimse böyle tutmamıştı. Yüzünü bana doğru eğip dikkatli bir şekilde bakarken "İyi misin?" diye sordu. Yine Türkçe konuşmuştu.

"İyiyim." Sözlerimin aksine sesim ve bedenim yaprak gibi titriyordu. Adım atmaya çalıştığımda gözlerim karardı ve dizlerim öne doğru büküldü. Yanımdaki adam uzanıp eliyle belimi kavradı ve yere düşmemi engelledi. Sabahtan beri hiçbir şey yemediğim için düşen tansiyonum ve yaşadığım yoğun stres yüzünden içim çekilirken etrafımı saran karanlık beni içine çekti.

Son duyduğum şey ise adamın telaşla "Güneş," diye seslenmesiydi.

*

Gözlerimi açtığımda tanıdık bir beyazlığın içindeydim. Aynı zamanda nefret ettiğim beyazlıktı bu. Bu yüzden içime dolan korkuya engel olamadım. Yine mi o klinikteyim? Yaşanan her şey rüya mıydı? Bu düşünce beni korkutsa da bedenim günlerdir olmadığı kadar gevşemişti. Bu yüzden istediğim kadar tepki bile veremedim. Gözlerim etrafta gezindi. Hastane odasındaydım ve kolumda serum vardı. Tanıdık bir oda değildi, bu sayede klinikte olmadığımı fark ettim ve yaşadığım rahatlamayla tuttuğum nefesi verdim. Tekrar oraya hapsolmuş olmayı kaldıramazdım.
Doğrulmaya çalıştığımda hareketlerim yavaş ve aksaktı.

O kadar susamıştım ki dudaklarım çatlamıştı. Dilimle ıslatmaya çalıştım ama bir işe yaramadı. Ellerimle yüzümü sıvazlayıp saçlarımı geriye doğru attım. Neler olup bittiğini merak ediyordum fakat ortada beni aydınlatacak kimse yoktu. Odamın kapısı açıldığında ne kadar süredir uyanık olduğumu bilmiyordum. İçeriye daha önce görmediğim bir kadın girdi. Bayağı uzun, ince yapılı ve esmer bir kadındı. Uzun saçlarını sıkı bir ay kuyruğu şekilde bağlamış, makyajsız duru yüzü ön plana çıkmıştı. Badem şeklindeki çekik gözleri, küçük dolgun dudakları ve dik bir burnu vardı. Çok güzeldi. Yüzündeki sert ifade ise ona farklı bir hava katıyordu.

"Merhaba Gece Hanım, ben Hilal."

Onun kendinden emin tavrının yanında ben daha tereddütlü bir şekilde cevap verdim. "Merhaba."

"Nasılsınız?"

"Daha iyi," diyerek konuşmaya çalıştım fakat boğazım o kadar kuruydu ki öksürmeye başladım. "Su alabilir miyim?"

Hastane odasının içindeki dolabı açtı ve suyu uzattı. Kapağını açıp sudan büyük bir yudum aldım. "Neler olduğunu biliyor musunuz?" diye ona sordum. "Olanları pek hatırlamıyorum."

"Şu an kafanızın karışması çok normal. Yaşadıklarınız kolay değildi."

Elimdeki şişenin kapağını kapattım. "Yaşananlardan sonra bayıldığınız için sizi kontrol amaçlı hastaneye getirdik."

Abim beni vurmak istemişti ve tanımadığım bir adam hayatımı kurtarmıştı. Sanırım bunca şeyden sonra bedenimin pes etmesi normaldi. Çok bile dayanmıştım.

"Anladım." Sesim fısıltı gibiydi.

"Sizi tekrar Türkiye'ye götürmek için Türkiye Cumhuriyeti tarafından görevlendirildik Gece Hanım."

Sözleri üzerine gözlerim irileşti. "Ne?"

"İsteğiniz dışında buraya yatırıldığınızı biliyoruz. Artık bu duruma bir son verme zamanı geldi."

"Ben..." desem de ne diyeceğimi bilmediğim için sustum. Tekrar araya girdi.

"Çıkış işlemlerini hallettikten sonra gideceğiz."

Başımı döndüren bir sürü şey söyleyip duruyordu. Elimi alnıma bastırdım. "Hayır!" dedim sertçe. "Ben bir yere gelmiyorum."

Tanımadığım insanlarla nereye gidecektim ki? Daha ne dediğini bile anlamıyordum. Kafam zaten yerinde değildi. Delirmiş gibi hissediyordum, bu kadar karmaşanın içinde tanımadığım bir kızla Türkiye'ye dönme fikri çılgınlıktı.

"Sizin iyiliğiniz için buradayız Gece Hanım."

Daha önce bir cümleden bu kadar nefret ettiğim olmamıştı. Herkes bana aynı şeyi söyleyip duruyordu. Senin iyiliğin için...
Bu cümleyi duyduğum kimseden iyilik görmemiştim. Yapılan hiçbir şey bana iyi gelmemişti. Herkes kendi menfaatini düşünüyordu, ta en başından beri bu böyleydi.

Dişlerimin arasından "Benim iyiliğimi düşünmeyin artık," diye cevap verdim.

"Gece Hanım-"

"Lütfen çıkın odamdan. Hiçbir yere gelmiyorum ben."

Yatağımın içine girdim. Yalnız kalmak istiyordum.
Kendime bile güvenmediğim bir durumdaydım. Tanımadığım bir kadının sözlerine inanıp hareket etmeyecektim.

"Ait olduğunuz ülkeye ve hayata geri dönmek istemiyor musunuz?"

Acı bir şekilde gülümsedim. Ben nereye ait olduğumu bilmiyordum ki... Yıllardır bir savaşın orta yerinde tek başıma mücadele edip duruyordum. Öyle bir savaştı ki bu, bana ait olan her şeyi yitirmiştim. Duygularımı, gözyaşlarımı, kimliğimi, geçmişimi, akıl sağlımı, kişiliğimi... benden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bomboş bir kabuk gibiydim. Bir kukla gibi herkesin elinde dönüp duruyordum.

"Ben hiçbir yere gelmiyorum. Odamdan çıkın."

"Lütfen dinleyin beni."

"Doktor Bey!" diye bağırarak sözünü kestim. "Kimse yok mu?" Ukraynaca başkalarını çağırmaya başladım. Abimden sonra yaşadığım kırılma anı bana isyan bayraklarını çektirmişti.

Kulaklarımı kapattım, kimse bana güven vermiyordu. Bu duygumu da kaybetmiştim işte.
Özellikle damarlarımda gezen ilaç.. Bana yine sakinleştirici tarzında bir şeyler vermişlerdi muhtemelen. Bunun şüphesiyle istesem de güvenemezdim. Kadın odadan çıktığında istediğim gibi tek kaldım. Fakat bu çok da uzun sürmedi. Odaya önce hemşire ve doktor gelip rutin kontrollerini yaptılar. Soru sormama rağmen pek bilgi alamamıştım. Sadece iyi olduğumu söyleyip durmuşlardı.

Onlar odadan çıkmadan başka bir adam odaya girdi. Sürekli yeni insanlar görmeden bunalmıştım. Başımı kaldırıp uzun adama ilgisiz gözlerimle baktım. Yüzünü daha önce görmediğim adamın gözlerini görür görmez tanımıştım. Bu kar maskesi takan ve hayatımı kurtaran adamdı. Onu görünce şaşırmıştım çünkü olanlar çok gerçek dışıydı. Benim hayatımı kurtarmıştı, bunu yaparken gözünü bile kırpmamıştı üstelik.Onun hayal ürünüm olduğuna kendimi inandırmıştım. Bu yüzden karşımda görünce şaşırıp kalmıştım.

"Sen," dedim yavaşça. "O'sun."

"Merhaba Gece, ben Yavuz." Hilal'in aksine kendini tanıttıktan sonra elini uzattı. Eline baktım, birkaç saat önce o el beni ayağa kaldırmıştı. Bu duyduğum tereddütü sona erdirmişti. Uzanıp elini tuttum, tekrar. Sıkıca kavrayıp sıktıktan sonra doktora döndü.

"Durumu nasıl?"

"Daha iyi, tansiyonu normale döndü."

Doktor ve hemşire odadan çıktığında ikimiz tek kalmıştık. İsminin Yavuz olduğunu öğrendiğim tam karşımda durmuş beni izliyordu. Ben de onu incelemeye başladım. Yanık buğday tenliydi ve kısa saçları kum renginde geriye doğru taranmıştı. Traşlı çenesi köşeli, pespembe olan dudakları hafif dolgundu. Burnu düz ve sivriydi. Gözleri ise... Gözleri çok güzeldi. Mavi ve hafif çekik, saçlarıyla aynı renk olan kirpikleri sık ve düzdü.

"İyi misin?"

Sorunu duyunca gözümü kırptım. Dikkatli bir şekilde beni inceliyordu. Başımı aşağı doğru eğdim.

"Hilal aradı beni, gelmek istemediğini söylemişsin."

"Tanımadığım bir insanla başka bir ülkeye gitmek istememem normal değil mi?"

Sözlerimi başını aşağı eğerek onayladı. "İşlerim olduğu için seninle konuşması için onu göndermiştim."

Kaşlarım çatıldı. "Seni de tanıdığım söylenemez." Fakat hayatımı kurtarmış ve güvenimin bir kısmını kazanmıştı.

"Haklısın." Elini arka cebine götürüp cüzdanını çıkardı ve içindeki kartı alıp bana uzattı. Yüzbaşı Yavuz Alp Korateş yazıyordu üstünde. "Ben ve ekibim seni buradan kurtarıp ülkene getirmekle görevlendirildik."

Koskoca yüzbaşının kurtaracağı kadar önemli biri miydim ben? "Neden?" diye fısıldadım. "Beni kurtarmak için neden siz görevlendirildiniz?"

"Kafanda birçok soru olduğunu biliyorum Gece, cevaplarını zamanla öğreneceksin. Ama şunu söyleyebilirim," deyip derin bir nefes aldı. "Yıllardır kaldığın klinik, orası görünenden öte bir yer. Büyük bir çete gibi düşünebilirsin."

Ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Birkaç dakika sessiz kalıp söylediklerini sindirmeye çalıştım. Nasıl bir şeyin içine düşmüştüm ben böyle?

"Peki bu durum bana zarar verecek mi?"

Yatağıma doğru yanaşıp başını eğdi. "Benim görevim de tam bu Gece," dedi yavaşça. "Seni olası tüm şeylerden koruyup zarar görmeni engellemek."

Kısılı gözlerimle "İyiliğim için mi?" diye sordum.

"Senin için," dedi sakince ve ekledi. "Ve görevim için."

Sessiz kaldığımda konuşmaya devam etti. "Seni anlıyorum, yaşadıkların çok zor şeyler. Tüm bunların üstüne birine güvenmek ise en zoru olmalı."

Haklı olduğu için itiraz etmedim.

"Ama bana güvenmeni istiyorum, seni buradan kurtarmam için bu şart."

Beni anlıyordu, bunu yüzüne bakınca anlamıştım. En son birinin beni anladığını ne zaman düşünmüştüm?

"İzin ver görevimi yapayım ve seni sağ salim bir şekilde ülkene götüreyim."

Ben de gitmek istiyordum fakat nereye gideceğimi bilmiyordum bile. Başımı eğdiğimde gözlerim uzayan tırnaklarımdaydı. "Bir şey sormak istiyorum."

"Tabii seni dinliyorum."

Burnumu çektiğimde baş parmağımın kenarındaki eti soydum. "Babam ve annem... Onlar nerede?"

"Onlara bizde ulaşamıyoruz." Cevabı üzerine başımı kaldırıp ona baktım. "Bu da ne demek?"

"Ailen ortada yok."

İşler daha ne kadar kötü olacak diye düşünürken daha da kötüsü oluyordu. "Peki nereye gideceğim ben? Türkiye'ye dönünce ne yapacağım?" Gözlerim dolmuştu. Sudan çıkmış balık gibiydim ve daha kötü olacaktım. Annem yoktu babam yoktu bir evim yoktu. Tüm bunların üstüne öz abim beni öldürmek istemişti. Ve ailem onun hasta olduğunu bile bile beni klinik görünümlü saçma sapan bir yere kapattırmıştı.

"Tüm bu bilinmezliğin içinde benim tam olarak ne yapmamı istiyorsun yüzbaşı?"

Gözlerinin içine baka baka sormuştum bu soruyu. Dudakları çizgi halini alan Yavuz elini ensesine yerleştirip gergince ovdu. "Açık konuşayım mı?"

Titrek sesimle "Lütfen," dedim. Şu an en çok ihtiyacım olan şey açıklıktı.

"Ailen bulunana kadar ve kliniğin sırrı çözülene kadar bir süre bizimle beraber askeri karargahta kalacaksın. Bu süre belirsiz ve," deyip bana doğru eğildi. "Türkiye'ye döndüğün bir sır olarak kalacak."

"Ben... Ne?" diyebildim sadece. "Karargahta mı kalacağım?"

Sözlerinde ciddi miydi?

"Evet Gece, dediğim gibi seni korumakla görevliyim. Bu yüzden bir adım ötemde olacaksın. Bana güvenmek zorundasın, başka şansımız yok."

Eğer beni o kurşundan korumak için üstüme atlamamış olsaydı bu dediği imkansız olurdu. Fakat Yüzbaşı Yavuz Alp Korateş, tanıştığımız an hamlesini yapmıştı. Büyük bir hamle yapıp canını ortaya koymuştu ve kazanmıştı.

"Bana ilaç verdiniz mi?" diye sordum aniden. Kaçtığım ilaçları tekrar bana vermeye başlamışlarsa eğer onlarla gitmeyecektim.

"Hayır sadece sakinleştirici verildi fakat kullandığın ilaçlar ağır. Bir doktor gözetiminde profesyonel yardım alarak bırakacaksın onları."

Bu adam söylediği her şeyde neden haklıydı? Bu durum sinirlerimi bozuyordu. Ağzımın içinde "İyi," diye homurdandım.

"Cevabın ne Gece? Bizimle dönüyor musun?"

Başımı yana doğru eğdim. "Başka seçeneğim var mı?"

Başını iki yana doğru salladı. "Yok, ne yazık ki."

Oturuşumu dikleştirip saçlarımı kulağımın arkasına iteledim. "Bir şartım var."

"Seni dinliyorum."

"Ben de açık konuşacağım. Kafamın içinde bir savaş var ve ben durduramıyorum. Bu durumda kimseye güvenmem, güvenemem. Buna ekibinizde dahil. Bu yüzden," deyip duraksadım.

"Devam et lütfen."

"Bu yüzden sende benim bir adım arkamda olacaksın ve beni ne olursa olsun yalnız bırakmayacaksın." Gözlerinin içine baka baka konuşmuştum. Kabul mü yüzbaşı?"

Bölüm sonu!

Kabul eder bence yüzbaşı ajJaj

Yeni bölüm ve iletişim için instagram umrantn

BİR AVUÇ GÜNEŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin