Saklanılan gerçekler elbet bir gün ortaya çıkar.
Sıcak, koyu bir sohbetin eşliğin de erkekler ve kızlar farklı çardaklarda yemeklerini yemişlerdi. Şimdi ise hafif esen bahar rüzgarının serinliğiyle, demlenen sıcak semaverdeki çaylarını yudumluyorlardı.
Erkekler, kızların daha rahat sohbet edebilmesi için, demli çayın ısıttığı bardakları ellerine alarak, arka bahçenin ağaçlı kısmına geçtiler.
Bartu ise yemek yenir yenmez ortadan kaybolmuş, yemekte hiç bir sohbete dahil olmamıştı. Belki kendini, belki duygularını, belki suçluklarını gizlemeye çalışıyordu şu an.
Pek göz önünde olmayan bir yere, arka taraflarda ki büyük çam ağacına sırtını dayayarak, oturur bir şekilde uzaklara daldı Bartu. Bu Hilal denen kız tam olarak neyin nesiydi? Öncelikle buraya daha yeni gelen bu kız, onu büyüten, babası bildiği Sinan Özar'ı nereden tanıyordu? Ve, en önemlisi ona sahip çıkan manevi babası yine neye bulaşmıştı? Hangi karanlık işlerin içine basmıştı mührünü. Korktuğu şey ise babasının ona aydınlık umutlar bırakıp tekrar siyahlara bulanmasaydı.
Temiz bir hayat istiyordu Bartu. Hapishanelerin nemli kokusunu solumadan, kelepçelerin demir kadar sert sesini duymadan temiz bir hayat istiyordu. İstedikleri bu acımasız için fazla mıydı?
Ama şu an bu içine girdiği girdapta boğuluyordu. Yiğit onunla her baş başa kaldıklarında darlıyor, neden böyle bir tepki verdiğini soruyordu. Haklıydı. Neden böyle bir tepki vermişti ki? Babası bildiği adamın tekrar o bataklığa batmasından mı korkmuştu? Tekrar birisini öldürmesinden mi korkmuştu mesela? Bir gün bunları açıklaması gerekecekti. Bunu en iyi Bartu biliyordu. Tek bilmediği şey ne diyeceğiydi. Bu olaydan sadece bu ikisinin haberi vardı ve Hilal denen kızın, ipin ucunu bırakacağını hiç düşünmüyordu. Belki birilerine söylerdi, belki kendi hallederdi ama yine de bu iş burada kapanmazdı.
Yine düşüncelerinin boğuk havasından, bir nefes çekerek kurtulmaya çalıştı. Uzaktan Bartu'nun bu iç çekişlerini fark eden Yiğit, Bartu'nun yanına gelerek oturdu.
Bartu dayanamıyordu artık. Bir başkasına anlatamazdı. Ama içinde saklarsa bu bilinmezlik onu uçurumlara sürükleyecekti. Gözlerini sımsıkı yumup iç çektikten sonra konuştu,
"Yiğit içim de bir sıkıntı var. Çok bunalıyorum. Kafamı kaldıramayacak durumdayım. Anlıyor musun? Yanlışın tarafını tutmak omzuma yük oluyor artık Yiğit. Yük..."
" Biliyorum. Gülmelerin zoraki ve samimiyetsiz. Bu hiç senlik değil."
"Yiğit, hata mı bela mı bilmiyorum. İçim de derinlerden gelen bir ses git kızdan özür dile diyor. Ama kafam çok karışık,"
" Bartu birbirimizi senelerdir tanırız. Sen böyle bir insan değilsin. Anlat. O gün verdiğin tepkinin nedenini. En azından sorunu beraber çözmeye çalışırız."
" Geçenlerde gecenin bir vakti eve dönmüştüm. Genelde o saatte evin ışıkları kapalı ve herkes uyur olur. Ama o gün babamın ışığı açıktı. Bir bakayım diye yukarıya çıktığım da babam telefon da konuşuyordu. Bölmeyeyim birazdan konuşma biter zaten dedim, bir kaç dakika kapıda bekledim. İşte o an duyduklarım beni bu hale getirdi Yiğit. Hilal ve Murat'ın babasından bahsediyordu. Bir kaç belge ve farklı ilaçlardan konuştular. Ama kapının ardından bu konuşmaları duyduğum da, bir ticaret meselesi zannettim. Biliyorsun, babamın ticarete büyük bir ilgisi vardır. Pek umursamadım. Ama sonra haberlerde beni altüst eden bir şey öğrendim. Yalnız kaldığım her dakikayı zindana çeviren o haber.
Mustafa Çelik Ölmüştü...
Eceliyle öldüğünü düşündüm yada şuan olduğu gibi o zamanda inanmak istemedim. Bilmiyorum belki de gerçekten babamın bu konu ile hiç bir ilgisi yok. Belki de daha önce yaşanmış olaylar yüzünden sadece kafamda senaryolar kuruyorum. Babam suçsuz ve ben babama güvenmiyorum. Bu da olası bir durum.
Ama o gün Hilal bizim hurdalığa geldiğin de bana babası ve babam hakkında bir kaç soru sordu. Güvensiz tarafım ağır basmış olacak ki o an kendimi kaybettim. Yine ellerim titremeye, gözüm kararmaya başladı. Senelerdir geçirmediğim sinir ataklarından bir tanesini geçirdim. Ve sen beni durdurmasaydın, o an ki acınacak halimin kurbanı Hilal olacaktı. Korktum. Korktum Yiğit. Sorunsuz hayatıma bu kızın girmesiyle gerçeklerin de girmesinden korktum. Babamın verdiği sözü tutmamasından korktum. Hayatımın mahvolmasından korktum. O an amacım Hilal'e zarar vermek değildi. Sanki gözlerimin karadığı o an, karşım da gerçekler vardı"
Bartu'nun gözlerinde akamayacak yaşlar birikmiş, suçluluk ve hayal kırıklığının verdiği yorgunlukla kafası eğilmişti. Yiğit ise ne diyebilirdi ki. O da pek kibar davranmış sayılmazdı kıza. Peki gerçekten Hilal'in babasını Sinan Abi öldürdüyse? Bu düşünce ona bile çok ağır geliyordu. Bartu kesik gelen sesinin ardından tekrar konuştu.
"En çok canımı yakan şey de ne biliyor musun? O adam kızın babasıymış, bunu yeni öğrendim. Buraya o yüzden gelmişler. Annesi de hastaymış. Ya babası babam yüzünden öldüyse Yiğit?"
Yiğit'in o saniyeler için de nefesi kesildi. İşte tam o an anladı, aklından çıkmayan buğulu gözlerin sebebini. Tam olarak kendi söylediği şeyler yüzünden acı çekiyordu kız. O kahverengi gözlerinin sisli bulutunu dolduran şey Yiğit'in söylediği sözlerin damlalarıydı. Çırpınırcasına nefes almaya çalışan o ıssız gözlerinin derdi buydu. O gözler, babasını kaybeden bir kızın gözleriydi. Ve yangına körükle gitmişti Yiğit. Haksızdı. Tek kelimeyle Yiğit hatalıydı. İnsanların hayatları hakkın da hiç bir bilgi bilmeden nasıl böyle rahat bir şekilde konuşabiliyordu ki?
Yiğit içinde karışıklıklar barındıran sessizliğini sürdürürken , Bartu konuştu,
" Esip gürledim Hilal'e. Hem de hiç bir suçu yokken, az daha vuracaktım kıza"
Tam o sıra da arkada ki çalılıklardan gürültülü bir ses geldi. Büyük ve hızlı adımlarla arkalarından yaklaşan adam, ağaca yaslanmış bu iki gencin karşısına geçti. Şimdi Bartu ve Yiğit'in önün de abi olarak duruyordu Murat. Kahverengi gözleri, bir abi öfkesiyle bakıyordu.
" Ne esip gürlemesinden bahsediyorsun sen. Kimin kardeşine esip gürledin lan sen. Kimin kardeşine vuruyorsun Bartu! Ağzımı bozdurma benim."
Murat'ın gözlerinden tam anlamıyla alev fışkırıyordu. Gözünden sakındığı kardeşinin bu adamlarla ne gibi bir münasebeti olmuştu. Peki Hilal, ona neden bu konudan hiç bahsetmemişti?
Bartu'nun üzerine atılmasıyla Yiğit ayaklanmış, Murat'ı tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bu sırada Bartu da ayağa kalkmış, suçluluk duygusuyla iyice ağaca yapışmıştı. Murat onu dövse içi bir nebze olsun rahatlardı. Babasının yaptığı hatayı ondan çıkarabilirdi. Alışıktı Bartu babasının işlerine istemese de dahil olmaya. Sabah yediği darbelere bir yenisi eklenirdi en fazla...
O sırada kızlar dahil, bu curcunayı duyan herkes, sesin geldiği yere doğru toplanmış olayı anlamaya çalışarak, kükrercesine konuşan Murat'ı izliyorlardı. Abisinin orada olduğunu gören Hilal, eli ayağı dolaşmış bir şekilde abisinin yanına koşarak, Murat'ı sakinleştirmek için konuşmaya başladı. Giydiği siyah elbisesinin uçları çamura bulanmış olsa da, o abisinin kolunu çekiştiriyor ve belki işe yarar umuduyla konuşuyordu.
-"Abi sakin ol. Ne yapıyorsun sen?"
Murat kendini sakinleştirmek adına aldığı nefesin beraberinde konuştu,
-" Hilal çekil şuradan. Lütfen. Sana zarar gelsin istemiyorum. Seninle sonra konuşucam."
Hilal olayları yeni yeni anlar bir şekilde, bir Bartu'ya bir abisine baktı. Kimsenin başına bir şey gelmesini istemiyordu. Zaten karışık o kadar çok olay vardı ki, bir de üzerine bu olayın açılması hiç iyi olmamıştı. Bir şekilde abisini sakinleştirmesi gerekiyordu ama nasıl, orasını o da bilmiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİNUR
Teen FictionBabasını yeni kaybetmiş bir genç kız ve babasından geriye kalan birkaç dosya... Aile baskısı ile Hukuk okuyan bir genç ve sokaklarda özgürlük arayışı ... Bu iki zıt hayatın ortak bir çizgiye çekilmesi, tahmini zor olayları meydana getirdi. Bu hikaye...