° fourteen ° dersten kaçış

76 7 0
                                    

Bugün Kore sokakların da yürüyüş olduğu için biraz gergindim. Kore hükümetin de LGBT oldukça kötü görülürdü. Bunun bir hastalık olduğunu ve psikolojik bir tedavi yöntemi ile düzeltile bileceği buyrulurdu. Bunun üzerine üç yıl önce eklenen yasaya göre bu gibi LGBT yürüyüşleri, veya bir çok gökkuşağı renkleri vb bizi temsil eden her şey yasaklanmıştı.

Tabi ki yılın belirli bir dönemi yani ekim veya kasım gibi gün belirlenir hükümete burada, her yer de olduğumuzu göstermek amaçlı yürüyüşler yapılırdı. Günün sonunda polisler tarafından alınsak veya durdurulmaya çalışsak dahi gururla yürüyüşümüzü tamamlardık.

Ben bir yıldır bu yürüyüşün içine katılmıştım ve bu ikinci katılımım olacaktı. Geçen sene yoongi hyung, Taeyong, jaehyun, ji-su, san-ha, rawoon, baek hyung olsun grup olarak katılmıştık ve işler bir saatin ardından oldukça karışmıştı.

Grup polislere yakalanmamak için dört bir sokağa dağılırken ben hoseok ve yoongi hyung sayesinde polislerden kurtulmuştum. Hemen sonra ortak bir nokta belirleyerek buluşmuş ve izbe bir yer de izinsiz olarak açılan gay barına gitmiştik.

Gece boyunca içerek zil zurna sarhoş olmuş her yıl bunu böyle tekrarlaya biliriz diye gece boyu kahkaha atmıştık. Ardından bizden rahatsız olan elemanlar yüzünden bir kavgaya bulaşmış, çantalarımızdan çıkardığımız sprey boyalarını öncelik olarak gözlerine ve her yerlerine bulaştırarak oradan kaçıp uzaklaşmıştık.

Grup olarak deliydik ve ben bunu kesinlikle seviyordum.

"Jimin hadi oğlum kahvaltıya!" üzerime kare çizgili siyah beyaz renk karışımı takım crop ve pileli eteği mi giyip aynadan nasıl olduğu mu kontrol ederken annemin sesini duymamla düşüncelerimden sıyrılmıştım.

"Geliyorum şimdi!" anneme cevaben seslenip crop'un önünü hırkamın fermuarını çekerek kapattım. Ardından kendime aynadan tekrar ve tekrar bakıp iyi olduğuma kanaat vermemle gökkuşağı renginde kolye mi boynuma takıp siyah postalları mı ayakkabı dolabımdan alıp ayağıma giydim.

"Hadisene Jimin, okula geç kalacaksın!" annemin tekrar bağırmasıyla doğrulurken hemen saçlarımın bir tutamını bağlayıp alnıma iki tutam saçımın düşmesine izin verdim. Ardından belime gelen saçlarımı tarakla bir tur tarayıp şeftalili lip balm sürdüm. En son egzotik orman meyveleri kokan parfümümü sıkarak anneme seslendim.

"Geliyorum anne, iki dakika bekleyemedin." oflaya oflaya yerden sırt çantamı ve telefonumu alıp odadan ayrılmamla mutfağa geçtim.

"İki dakika dediğin bir saat aptal." tıkınan kardeşimin ağzında yemeklerle konuşmasıyla göz devirip susmayı tercih ettim.

"Oğlum okula geç kalacaksın. Kardeşim haklı." diyerek benimle konuşan annemle yine cevap vermemeyi tercih ettim. Ardından sandalyeyi çekip oturmamla annemin, tabağıma koyduğu kaşarlı patates toplarını çatal kullanmadan yemeye başladım.

"Ne bu etekler, croplar cidden sinirimi bozuyorsun. Erkeksin sen, artık on dokuz oldun kendine gelsene biraz. Yine o saçma salak yürüyüşlere katılacaksın değil mi?" ben yemeği mi yerken Linda'nın konuşmasıyla bakışlarım tabağımdan onu buldu.

"Bir sabahta boş yapma Linda. Cidden artık benimle uğraşmayı bırak ve kendinle ilgilen. Malum senin yüzünde sınıf tekrarı yapıyorum. Bunu hatırlayarak o sesini kıs artık." diyerek tek solukta konuşmamla çatalını sertçe tabağına bırakmıştı.

"Senden utanıyorum anlamıyor musun? İğrençsin, kız olan benim ben! Yanımda evimde bir erkeğin etek giymesini görmek istemiyorum! Hastalık bu, ciddi bir hastalık-"

"Sus artık Linda!" Linda'nın konuşmasını gür sesiyle bölen annemle bakışlarım hızla onu bulurken, Linda sertçe yutkunmustu.

"Anne yapma bunu artık..."  Linda çaresizce konuşurken annem oturduğu sandalye de eline çay dolu kupasını alarak konuşmaya başladı.

● The Monster İnside Me ●Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin