36. Bölüm

283 43 7
                                    

Selam herkese. Umarım severek okuyorsunuzdur. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.

Hani bazen o kadar mutlu oluruz ki, sonunda öleceğimizi düşünürüz. Hatta bazı insanların hisleri gerçek çıkar ve son mutlu anlarını yaşayıp bu dünyadan göçerler. İçimde işte tam da öyle bir his vardı! Doğum günüm tahmin edemeyeceğim kadar iyi geçmiş, sandığımdan daha da mutlu olmuştum.

Aşkım bana hediye olarak bir döküm tencere seti, Ergün ise vanilya almıştı. Geçen kırdığı vanilya şişemden sonra, artık Aşkım beyninin etini nasıl yediyse adamı vanilya almaya ikna etmişti. Hem de oldukça uzak bir mesafeden bu kadar kısa sürede getirtmeyi başardığı için çabasını takdir ediyordum. Eve gider gitmez tekrar vanilya özütü yapacaktım. Tabii, yine midemin hain oyunlarından birine gelmezsem...

Hediyeleşme faslından sonra Arslan'ın benim için hazırlattığı envaı çeşit yemekten ve inanılmaz derecede lezzetli pembe pastamdan yerken muhabbet ettik. Arslan ve Ergün'ün kısa sürede kaynaşması hoşuma gitmişti. Çünkü eninde sonunda, Aşkım'ı kandıracağını ve birlikte olacaklarını hissediyordum. Tuhaf bir şekilde, son günlerde üçüncü gözüm açılmak üzereydi. İçime doğan herhangi bir şey gerçekleşiyordu. Ki bunu anlamak için müneccim olmaya da gerek yoktu, Ergün'de şeytan tüyü vardı. Ağzı çok iyi laf yapıyor, karşısındaki neredeyse hipnotize ediyordu. İlk defa adam akıllı oturup konuşma fırsatımız olduğu için bunu yeni fark ediyordum.

"Ergün, evime kendim gitmek istiyorum! Lütfen yakamı bırak!"

Tabii, her güzel şeyin sonu olduğu gibi bugünün de sonu gelmişti. Saatler su gibi akmış, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan hava kararmaya başlamıştı. Arslan, gitmemem konusunda ısrar ettiği için biraz daha kalmayı kabul etmiştim. Malum çiftimiz ise eve nasıl gideceklerini tartışıp duruyorlardı. Hem de yirmi dakikadır! Sadece gidiş yoluna karar vermek bu kadar zor olmamalıydı!

"Hayır, seni ben bırakacağım! Arabayla fazla uzun sürmez, toplu taşımayla gitmek istersen yolda bu sıcakta buharlaşırsın."

Aşkım kapıdan çıkarken ofladı. İkisi tartışmaktan, bize veda etmeyi bile unutmuş hızla yürümeye devam ediyorlardı.

"Tamam, atmosfere karışmayı yeğlerim."

Duyduğum son şey bu oldu. İkisi gözden yavaş yavaş kaybolurken, arkalarından sırıtıyordum. Her şeyi kendileri için bu kadar yorucu bir hale getirmeselerdi keşke! Kapıyı kapattım ve duvara yaslanmış beni izleyen Arslan'a döndüm. Kollarını göğsünde birleştirdiği için gömleğinin kol kısmı gerilmiş, her an patlayacakmış gibi duruyordu. Ayrıca yüzünde bıkkın bir ifade vardı. Bu ifadeye neredeyse alıştığım için artık bana tuhaf gelmiyordu.

"Şükürler olsun." Gözlerini devirdi. "Atışmadan iki saniye duramıyor mu bunlar?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Benim gördüğüm kadarıyla duramıyorlardı. Arslan pozisyonunu bozup, salonu işaret ettiğinde yürümeye başladım. Sessizlik ve huzur içinde birkaç dakika oturmayı asla reddedemezdim. Beynim kendine gelmek için dinlenmeye ihtiyacı vardı.

"Hayır. Ve ikisi de birbirini seviyor. Neden böyle yaptıklarını anlamıyorum."

"Ergün, sırılsıklam aşık. Bütün gün beynimin etini yedi. Bir hafta kimseyle konuşmak istemiyorum."

Tam kaşlarımı kaldırmış, ona dik dik bakıyordum ki yine aklımı okudu. Aslında konuşmama izin vermediği için şanslıydı çünkü ağzımı açtığım anda trip atacağımı biliyordum. Bana söyleneceğim bir konu vermek, beyin ölümü için anlaşma yapmak gibi bir şeydi. Beynim son günlerde milyonlarca tartışma konusu üretebiliyordu çünkü.

Ahenk (+18)Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora