31.Bölüm(Ey Dilbere)

538 41 11
                                    

"Tu evînê xwe di dilê min de li birrînê xwendîyî, lê çavên xwe bi hewşên dilê te girtiyî. Tu her tim li derîya xewna min derbas dibî, lê min her tim li pişt re di firokeha dûr û bêguman dibim."

"Sen sevdanı yüreğimde yara diye okudun, ama gözlerini gönlümün bahçesine kilitledin. Hep hayallerimin kapısından geçiyorsun, ama ben hep arkandan uzak ve belirsiz kalıyorum."

                                    Yazardan sizlere...

.
.
.
.

Karahan Konağı’nın derinliklerinde bir sessizlik hâkimdi, ama bu sessizlik gecenin içinde yankılanan acı dolu bir feryatla delindi. Dila’nın odasından gelen ses, konağın taş duvarlarında yankılanırken, kimse ne yapacağını bilemedi. Genç kadının acıları dayanılmaz bir hâl almıştı. Yatağında kıvranıyor, ellerini karnına bastırarak ağlıyordu. Her nefes alışında içini yakan bir sancı daha onu sarıyordu.

Mahne Hanım, mutfakta gelini için hazırladığı çorbayı karıştırırken, yukarıdan gelen çığlıkları duyunca elindeki kepçeyi bıraktı. Kalbi sıkıştı; yaşlı elleriyle tezgâhtan destek alarak doğruldu ve telaşla yukarı çıkmaya karar verdi. Ama tam o sırada, çorbayı yarıda bırakıp gitmek yerine bir an duraksadı. "Bu böyle geçmez," diye mırıldandı kendi kendine. Çorbayı hazırlayıp genç kadına götürmek için aceleyle ocağın altını kıstı.

Ancak Dila’nın odasında işler daha da kötüleşiyordu. Genç kadının çığlıkları artık dayanılmaz bir hâl almıştı. Ter içinde kalan yüzü, korku ve acıyla doluydu. Eliyle yatağın kenarını kavrarken, nefes almakta zorlanıyordu. Her nefes alışında, sanki içindeki sancı daha da büyüyordu. Gözleri dolu dolu, çaresizlikle kapıya bakıyor, ama sesi kimseye ulaşmıyor gibiydi.

Ağır, o sırada konağın balkonunda kardeşi Dilhun ile telefonda konuşuyordu. Gözlerini karanlık geceye dikmiş, sigarasından derin bir nefes çekmişti. Dilhun’un sesindeki tedirginliği fark etse de kendi öfkesi her şeyin önüne geçiyordu.

"Abi, yengemin sesini duymuyor musun? Feryat figan ağlıyor, bir şey olmuş olabilir!" diye endişeyle sordu Dilhun.

Ağır, alaycı bir şekilde gülümsedi. "Yenge deme sakın ona, bacım. O bu konağın bir parçası değil artık. Sadece kendi hatalarının bedelini ödüyor. Sen karışma bu işlere, hadi geç oldu," diyerek sert bir şekilde telefonu kapattı. Dilhun’un söyleyecek sözleri boğazında düğümlendi.

Telefonu kapattıktan sonra bir an duraksadı Ağır. Balkonun soğuk taşlarına yaslanarak gözlerini kapadı. Dila’nın çığlıkları bir an olsun kulaklarından gitmiyordu. Öfkesine rağmen, içinde derin bir huzursuzluk vardı. "Ne yapıyorum ben?" diye düşündü, ama bunu kendine bile itiraf etmekten korkuyordu.

Dila, odasında artık kendini tutamıyordu. Acıları, onu derin bir uçurumun eşiğine getirmişti. Nefesleri düzensizleşiyor, gözyaşları yüzünden süzülüyordu. Bir ara kısık bir sesle, "Ağır… lütfen… yardım et…" diye mırıldandı. Ama sesi, kendi odasının dört duvarı arasında yankılanmaktan öteye gitmedi.

Tam o sırada, kapının sertçe açıldığını duydu. Ağır, öfkeyle içeri girmişti. Gözleri Dila’ya bakarken, içinde karmaşık duygular dolaşıyordu. Bir yanda ona olan öfkesi, diğer yanda kadının çaresiz hâli karşısında hissettiği suçluluk… Ama bunların hiçbiri yüzüne yansımadı.

"Dila, bu kadar bağırıp durmayı kes artık! Konağı ayağa kaldırdın. Yine neyin var?" diye sert bir şekilde sordu.

Dila, kısık bir sesle cevap vermeye çalıştı ama kelimeler dudaklarından çıkmıyordu. Ağır, onun hâlâ kıvranan bedenine bakarken, bir şeylerin yolunda olmadığını fark etti. Yatağa doğru birkaç adım atıp onun yanına eğildi.

Geçmişin Günahı // BERDEL(+18)Where stories live. Discover now