32. BÖLÜM

1.3K 63 3
                                    

Yuhwa elindeki kağıdı tekrar tekrar okudu, farklı bir şey aradı yanlış gördüğü bir şeyler olmalıydı, yanlış anladığı. Ama yoktu. Bu bariz bir boşanma dilekçesiydi, henüz imzalanmamış olsa da imzalanacaktı işte. Yuhwa bu acı gerçekle yüzyüze kalınca etrafının buzlarla kaplıymış gibi hissetti, tıpkı rüyadaki gibi nefes kesen bir soğuk.
Dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi, daha fazla ayakta durmaya dayanamayacaktı. Masanın kenarındaki koltuğa otururken tuttuğu dosyayı çok sıktığı için buruşturmuştu.
"Lanet olsun" dedi sanki kendi kendine konuşuyordu, kalbine acı veren o şeyin varlığına alışmıştı artık. Daha fazla tutamayacaktı o şeyleri, dosyayı oturduğukoltuğun önündeki cam sehpaya koydu. Sonra bileti de onun üstüne koyacakken vazgeçti. İki eliyle tutup, dolu dolu olmuş gözleriyle öylece boş boş baktı. Bu onu göremeyeceği anlamına mı geliyordu? Evet, boşanmayı o da düşünüyordu fakat en azından televizyondan gazetelerden falan görürüm deyip kendini avutuyordu fakat şimdi eğer Jeong Norveç'e giderse onu görmesi imkansız olacaktı. Bu olasılık kalbini bir mengene gibi sıkmaya başlamıştı, o sırada kapı açıldı. Gelen bu acının kaynağı olan lanet herifti!
Odaya girdiğinde şaşkınlıkla Yuhwa'ya bakan Jeong 'Burada ne yapıyorsun?' diye sordu eşinin yanına gelip masaya göz attı. Gerçi dosya kapalı duruyordu ama bu Yuhwa'nın görmediği anlamına gelmezdi.
Jeong gelince ayağa kalkan Yuhwa olabildiğince sakin görünmeye çalıştı, elindeki bileti uzatıp 'Yurtdışına çıkacağını bilmiyordum'
'Bir gün önce veya sonra, ne fark eder?'. Jeong neden böyle bir çıkış yaptığını bilmiyordu ama çok önceden kullandığı taktiği kullanmayı planlamıştı sanki; bu güzel cadıyı sinirlendirip ağzından laf almayı.
'Bir günün, bir anın hatta bir saniyenin bile değerini o hastane odasında anladım'
Ellerini cebine koyan Jeong 'Zaten evliliğimiz dışında her şeyin değerini biliyorsun' dedi. Kahretsin! Bunu söylemesinin hiçbir mantıklı sebebi yoktu ama o yine de kendini tutamamıştı.
Yuhwa sinsi bir şekilde gülümsedikten sonra eğilip elini o siyah kaplı dosyayı aldı ve o kağıt parçalarını Jeong'un göğsüne çarpıp 'Boşanma dilekçesi hazırlattığın şu zoraki evliliğin mi değerinden bahsediyorsun?' genç kadın ateş saçan bakışlarını kocasının gözlerinden bir an bile ayırmıyordu.
'Evet, şartların uygun gördüğü zoraki evlilikten ve şimdi de şartların getirdiği boşanma isteğinden'
Yuhwa Jeong'un verdiği bu cevaptan sonra durdu. Sertçe yutkunduktan sonra sakin bir ses tonuyla 'Söylesene, neden beni sevmedin? Yani... Neden evliliğimizi sevmedin? Boşanmayı bu kadar istemenin nedeni ne? Ne kadar da çabuk sıkıldın Kim Jeong Hoon? Hiç mi değer kazanamamışım yanında?'
Yuhwa tane tane bu sorularını sıralarken Jeong onun karakterinde birinden beklenmeyecek derecede sakin ve soğuk kanlı bir şekilde yüzüne hiçbir ifade yerleştirmeden dinledi, sözün sonu nereye gidecek merak etmişti. Nasıl olsa artık kaybedecek bir şeyi yoktu.
'O baloda arkadaşlarına anlattığın gibi bir kadın olamadım anlaşılan. Kalbini, ruhunu ısıtamadım mı? Tamam, kötü kalpli biriyim ama istersen değişebilirdim. Yoksa senin için yeterince güzel değil miydim? Yüzüm mü çirkin? Saç rengimi mi beğenmedin? Estetik operasyon geçirsem? Ya da saçımı değiştirsem? İnan bana sorun değil, senin için her şeyi yapardım. Sadece beni sevmen için... Ama olmayacak öyle değil mi?' Ukala bir şekilde gülümseyip bakışlarını kocasından ayırıp bir süre odada gezdiren Yuhwa başını iki yana sallayıp 'Ama hayır...' dedi 'Sakın yanlış anlama senden aşk dilenecek değilim, hiç olmadım' durup kocasının içine baktı 'Çünkü ben seni seviyorum. Sadece seviyorum, anlıyor musun?Yani benim sevgim senin beni sevip sevmemenle büyüyüp küçülebilecek bir şey değil. Sen beni sevesin diye sevmedim seni. Ben sadece Kim Jeong Hoon denen zibidiyi hata olduğunu bile bile sevdim, bu yüzden kendini hiçbir şeyi yapmak zorunda hissetme. Ama yine de merak etmekten alıkoyamadım kendimi, şey... Bana katlanamayacak kadar mı istemiyorsun bu evliliği?'
Sol elini sinirle saçlarından geçiren Jeong 'Ne katlanamaması Yuhwa? Ne sevmemesi!? Sen sırf benim olduğun için yaşamaktan vazgeçtin, sana dokunduğum için ölmek istedin!'
Yuhwa tek elini alnına koyup derin bir nefes aldı, söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmıştı 'Ben...' dedi hafifçe yutkunup yüzünde beliren o sinir bozucu gülümsemesi ile 'Yanılıyorsun. O kadına dokunduğun için ölmek istedim! Beni değil de başkasını öptüğün içindi yaşama olan tüm nefretim. "Ne yani Kim Jeong Hoon hiçbir kadını sevemez mi?" diye sordum kendime defalarca, hem Helena'ya gittiğin o gece hem de Jang Yuri'yi gözlerimin önünde...' diyerek sözünü yutan Yuhwa bir adım atıp kocasına yaklaştı, Jeong'un yüzünü ellerin arasına alıp dudaklarına kapandı. İlk defa kocasını öperken böylesine saf bir öfke hissediyordu, '... İşte böyle öptüğünü gördüğüm gece. Her ikisinde de ne kadar değersiz olduğumu gördüm'. Yuhwa böylesine sert bir şekilde bunları söylerken aslında Jeong'a "Bak ben de seni öperken duygusuz olabiliyorum" demeye getirmişti ve kesinlikle başarılı oluyordu. Yavaşca ayrıldı kocasından hala yüzünü tutmaya devam ederken 'Senin dudaklarını sadece ben öpmeliyim Jeong. Unuttun mu, "herkes prenses olabilir ama kraliçe ben olmalıyım" dememiş miydim sana? Yoksa senin kraliçen Yuri miydi? O kadını seçtiğin için mi evimizin önünde, onu özgürce öptün? Yıllar öncesinde yaşanmış bile olsa silemedin mi onun sevgisini kalbinden?'
Yuhwa o saniye içinde Jeong'dan cevap alamayınca ellerini göğsüne koyup itti, sevdiği adamı kendinden uzaklaştırırdıktan sonra hızla yere eğilip yere düşen boşanma evrakını alıp o an içinde masaya koydu, ordan bulduğu dolma kalemle hiç düşünmeden imzalarken elleri sinirden titriyordu.
'Alabilirsin artık, sırf seni sevdiğim için yakana yapışacak değilim. Aşık olduğum adamı istemediği bir evliliğe sürükleyecek kadar aklımı kaçırmadım'
Yuhwa'nın uzattığı kağıda bakma gereği duymayan Jeong karısının o imzayı atabilecek iradede olduğunun zaten farkındaydı, birkaç adım atıp eşine yaklaştı 'Bana bak!' dedi 'Gözlerime...' çenesinden tutup kaldırdı 'Kimi öpmüş olursam olayım kalbimde sevgisini taşıdığım tek kadın sensin. Hayal ettiğim, sarılmak, konuşmak istediğim hatta delicesine sinirlendiğim tek kadın sensin Lee Yuhwa. Ve dahası başkasını öpmemin de tek sebebi sensin. O gece sen yanımda Yuri'yi görsen de ben sadece Lee Yuhwa denen cadıyla nefes alıyordum, o gece dudaklarımın başkasına değmesinin tek nedeni seni aramasıydı. Sakın yanlış bir kanıya kapılma sarhoş değildim, yani en azından alkol yüzünden değildi bu. Benim sarhoş olmamı sağlayan seni bulmak istememdi çünkü sana ihtiyacım vardı. Bilmen gerekir ki senin yanında olma isteğim senin uzakta olup olmamana bağlı değil. O an seni görmek istedim ve gördüm. Sesini duymak istiyordum, duydum. Bunun için beni yargılayamazsın, ama ne yazık ki kokunu duymak istesem de başarılı olamadım çünkü hayal gücüm henüz o kadar gelişmedi. Yani kraliçem, senin dışarıdan gördüğün tüm o şeyler aslında şanssız bir adamın belasını bulmak için kötü kalpli cadısını aramasıydı.
Jeong bu sözleri sarfederken eşinin gözlerine takılı kalan Yuhwa onun anlattıklarına inanmak istiyordu, hem de tüm kalbiyle. Jeong ise biricik kraliçesinin gözlerindeki bu arayışı fark etmişti. 'Öyle kuşkuyla bakma, gözlerimin seninkiler gibi yalan söylemekte iyi olmadığını bilirsin' dedi ve Yuhwa'yı kendisine çekip sıkıca sarıldı
'Seni ilk gördüğümde gülümsemeyerek hata yaptım, düğünümüzde elini tutup "güven bana" demeyerek hata yaptım, sonrasında seninle olan evliliğimi görmezden gelerek hata yaptım, nihayet seni farkettiğim anda ise başkasıyla gitmene izin vererek hata yaptım, sana olan duygularımı açıkça anlatmak yerine davranışlarımla belli etmeye çalışarak hata yaptım, kaybetme korkusuyla her seferinde tekrar hata yaptım. Şimdi senden tüm bu hataları yapan adam olarak, sana sırılsıklam aşık bir erkek olarak ve kralın olarak sonuna kadar benimle kalmanı istiyorum. Çünkü seni çok seviyorum, sen olmadan soğuk rüzgarlar esen kalbimi birtek seninle ısıtabiliyorum ve Yuhwa sana yemin ederim sadece senin kötü kalbine tahammül ediyorum'
Jeong kolları arasına aldığı karısını bir an bile ayırmadı kendinden, bunları söylerken kalp atışlarını hissetmek istemişti çünkü cadısının gözlerinin her zaman her yerde yalan söyleyebileceğinin farkındaydı, bu yüzden tatsız bir süprizle karşılaşmak istememişti. O sırada etraflarında yine o ateşten ejder belirmişti, birbirlerine sarılan çifti iyice sarmalayıp aşklarını koruma altına aldı. Gerdi kendisine iş kalmamış gibi görünüyordu ama yine de orada bulunacaktı.
Öte yandan Yuhwa eşinin göğsüne başını yaslamış duyduklarını düşünürken gerçek olup olmadığı kuşkusuna kapıldı. Aklı ısrarla doğru olduğunu ve yanlış duyma ihtimali olmadığını söylerken kalbi de bu yakışıklı genç adama inanmak istiyordu 'Ben...' dedi hafifçe yutkunup 'Seni sen olduğun için sevdim, hatalarınla ve farklı olan iyi kötü her şeyinle sevdim eğer istersen son nefesime kadar yanında olmaya razıyım ama sadece istersen'
Jeong karısının sırtında elini kaydırıp belinin yanlarına koydu, başını kaldırıp alnını öptü 'Bu söylediklerinin sorumluluğu tamamen senin üstünde, bana aşkını açıkça ilan ettin ve bu sebeple ileride ne olursa olsun bu gerçeği reddedemeyeceksin. Buna izin vermem anlıyor musun? Uzun zaman sonra seni tekrar özgürce kollarıma almışken bu şansı bir daha asla kaybetmem, bu yüzden dönüşü olmayan bir yola girdiğinden haberin olsun cadılar cadısı. Sonradan pişman olmanı istemem'
Yuhwa kollarını kocasının boynuna dolayıp düşmemek için sağlam bir destek aldı 'Seninle olmaktan pişman olacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun Kim Jeong Hoon, seni gördüğüm ilk andan beri seninle birlikte olduğum hiçbir an için pişman olmadım bundan sonra da olmayacağım. Seni kavga etmek bile sensiz gülmekten iyidir benim için'
Jeong ışıl ışıl gözleriyle hayran olduğu kadına bakarken, içinden binlerce kez şükrediyordu. Artık Yuhwa'yı kaybetmek zorunda hissetmiyordu kendini, dahası bundan sonra onunla olabilecekti. Bunun mutluluğu tüm kalbini kapladı 'Kraliçem' dedi gülümseyerek, o anda da kızıl ejder daha sıkı sarmaladı onları. Etraflarında bir tur daha döndü ve usulca kanatlarını kapatıp tekrar kalktığı yere indi.
Eşinin etkileyici ses tonunun büyüsüne kapılan Yuhwa 'Kralım?' dedi cesur bakışları Kim Jeong Hoon'un o muhteşem gözlerindeydi.
'Seni seviyorum' diyerek Yuhwa'nın alnını alnına dayayan Jeong 'Ben de seni seviyorum' cevabını alınca yüzündeki gülümsemeyle birlikte eşinin dudaklarını kendi dudakları arasına aldı. O sırada hala "bu kadına kendimi bu kadar kaptırmamalıyım" diye düşünüyordu. Aksi takdirde tatlı karısının ince ve zarif dudakları çok yorgun düşecekti ama yine de onu istiyordu hem de gittikçe çoğalan bir istekle. Ağzını ustalıkla konumlandırırken artık Yuhwa'nın da iyice profesyonelleştiğini farkedince keyifle gülümsedi. Zaten cadısındaki yeteneği daha öpüştükleri ilk gece anlamıştı, sadece her cevher gibi bir ustanın elinde işlenmesi gerekiyordu ve Jeong bunu zevkle yapmıştı.
Jeong'un neye güldüğünü farkeden Yuhwa hızla kocasından ayrılıp yapay bir kızgınlıkla kaşlarını çattı 'Yah! İki dakika rahat dur, zaten hiçbir söz yapmadan otursan bile nefesimi kesiyorsun, üstüne bir de böyle güzel gülümseyince iyice aklımı aldın!'
Genç adam eşini kendine çekip göğsüne bastırdı, saçlarının arasına güzel bir öpücük kondurup dudaklarını ayırmadan 'Bu kadar yakışıklı olduğum için çok şanslısın cadı' dedi
'Biliyorum' diyerek kollarını eşinin beline saran Yuhwa ondan bir an bile ayrılmak istemiyordu. Jeong'a bu kadar zor ulaşmışken biranda ayrılması imkansızdı zaten. 'Bundan sonra ne olacak?' diye sordu yine de aklı karışmıştı
Munzurca gülümseyip cadısının yüzünü okşayan Jeong 'Ne mi olacak?' dedi göz kırpıp 'Akıllı kadınsın, bilmen lazım. Tabi ki mutlu olacağız'
Onlar böyle aşklarını tazelerken, Incheon havaalanından kalkan 842 sefer sayılı uçak Osaka'ya iniş yapmıştı.
Japonya'da hava yağmurluydu, fakat uçuşu engelleyen bir şey olmamıştı. Ken uçaktan indikten sonra işlemleri kısa sürede tamamlayıp çıktı, telefonunu açtığında sadece yardımcısının çağrısı vardı. Tekrar aramadı nasıl olsa 5 dakika sonra görecekti. VIP kapısından çıkarken etrafa üstünkörü bir göz attı, Osaka'ya işi düşmedikçe gelmezdi, yani ilk defa özel bir nedenle geliyordu. Ellerini siyah pantolonunun cebine koyduğu sırada siyah bir Audi A6 önünde durdu. Yardımcısı Bay Yamada hemen inip ceketinin üst düğmesini ilikledi 'Hoşgeldiniz efendim'
Hafif bir baş hareketiyle karşılık veren Ken arka kapının kendisi için açılmasıyla arabaya bindi. Şoförünün de selamını alıp başını cama çevirdi, araç şehrin iç kısımlarına yaklaştıkça yüksek binalar daha çok göze çarpıyordu. Bakışlarını camdan ayırmadan 'Nerede olduğunu bulabildiniz mi?' diye sordu. Mari Tokyo'dan ayrılırken gideceği şehir dışında hiçbir şey söylememişti. Babasından kalan mirası da, Ken'in eski eşi olmanın getirdiği hakları da bir yana bırakıp, gençliğinden beri hayalini kurduğu, paradan ve hırslardan uzak sakin bir hayat kurmak istemişti kendine.
'Şehir merkezinde bir ilkokulda öğretmenlik yapıyor, evi de yakın çevrede'
Elini çenesine koyup kısa bir süre düşünen Ken saatine baktıktan sonra 'Okuluna gidelim' dedi. Her ne kadar kuzeni ve eski karısı da olsa çat kapı evine gidecek kadar kendine güveni yoktu. Şoför gaza biraz daha yüklenirken arada gözü GPSteki yol tarifine takılıyordu. Yaklaşık 15 dakika sonra araç Mari'nin görev yaptığı okulun önüne gelmişti. Ken arabadan inmeden önce okul bahçesine göz attı, henüz derste oldukları anlaşılıyordu. Şoförün gelip kapısını açmasını beklemeden kendi indi, hissettiği serin havayla montunun yakasını kaldırıp üstteki düğmesini de ilikledi. Keskin gözleriyle eski eşinin çalıştığı 4 katlı okulu incelerken "Neden burası?" diye düşündü, Mari'yi burada mutlu kılan şey neydi?
Bay Yamada'nın dediğine göre çıkışa henüz yarım saat vardı, gözlerini kısıp okulun üstünde bulunduğu caddede göz gezdirdi. Dikkatini çeken şeyle o tarafa yöneldi, yardımcısı da arkasından gelecekken elini kaldırıp bunu istemediğini gösterdi.
Dükkanın önüne geldiğinde elini montunun cebinden çıkarıp yağmur sebebiyle satıcının kapattığı kapıyı açtı. Burası cadde üstünde sıradan bir çiçekçiydi, Ken'i çeken şey ise birazdan göreceği Mari'nin yüzünde ufakta olsa bir tebessüm oluşması isteğiydi. O dükkanın içindeki çiçeklere göz atarken saçları ağarmış çiçekçi adam yanına geldi 'Buyurun beyefendi?'
Gözlerini çiçeklerden ayırıp satıcıya bakan Ken 'Çiçek alacaktım' dedi ve sonra elini çeşit çeşit çiçeklerin üstünde gezdirip kırmızı gülleri işaret etti 'Sanırım bu fazla kaçacak'
Ken'deki tereddütlü bakışları fark eden yaşlı adam 'Eğer Küçük Bey karar veremediyse ben yardımcı olayım?'
Ken 'Hayır' dedi uzun zaman sonra bir bayana çiçek alıyordu bu yüzden kendi seçmek istedi, içinden geldiği gibi. Zaten sonra da kısa bir süre içinde karar vermişti, 'Beyaz gül istiyorum' dedi 'Güzel bir buket olsun lütfen'
Çiçekçi memnuniyetle 'Peki' dedi ve zaman kaybetmeden hazırlayıp Ken'e verdi, dikenlerine ise Ken'in isteği üzerine dokunmamıştı.
Ken işini bitirip çıktığında henüz okul dağılmıştı. Yolun karşısına geçerken acele etmedi, nasılsa öğretmenler en son çıkardı. Tahmininde de haklıydı, artık birkaç öğrenci kalmıştı ve Mari daha yeni çıkıyordu.
Ken tek eli cebinde eski eşini izlerken hiçbir şey düşünmüyor gibiydi, ne geçmişi ne geleceği... Şu an aklını kurcalayan rahatsız edici düşünceler veya çözülmeyi bekleyen sorunlar yoktu, Osaka'ya geldiği andan itibaren kafası rahattı. Her şey gözüne daha basit görünmeye başlamıştı ya da o öyle görmek istiyordu her neyse.
Ken'in söylemesini beklemeden Mari'nin elindeki eşyaları almak için koşan şoför genç kadının yanına gelince başını eğip 'İzninizle'
Şaşkın gözleriyle elindeki poşetlere uzanan şoföre bakan Mari 'Fakat siz...' dedi, bu genç çocuğu tanımıştı.
'Evet, Hanımefendi' diyerek Mari'nin şaşkınlığını gidermek isten şoför 'Bay Hiramatsu da burada' dedi fakat söyledikleri Mari'nin üstündeki şaşkınlığı bir kat daha arttırmıştı.
Genç kadın ellerini kahverengi montunun cebine koyup yürümeye başladı, gerçi elinde eldiven vardı dolayısıyla üşümüyordu fakat ne zaman bir şey düşünecek olsa yaz kış böyle yapardı. Bahçeden çıktıktan sonra şoförün baktığı yöne çevirdi çekingen bakışlarını, Ken oradaydı. Hafifçe yutkunup, küt küt atan kalbine inat japonlara has o soğukkanlılıkla hayattaki tek akrabasının, kuzeninin ve eski eşinin yanına gitti. Evet, Ken onun için çok şey demekti. Ken Mari'yle göz göze gelince derin bir nefes alıp ona doğru birkaç adım attı önünde durdu fakat hiçbir şey söylemedi.
Hafifçe başını eğip Ken'i selamlayan Mari 'Merhaba' dedi sol yanağındaki tatlı gamzeyi belirginleştiren güzel bir gülümseme oluşmuştu.
'Merhaba Mari' diyerek karşısındaki kadının yüzüne gözlerini diken Ken o an aklından "Daha önce bu gamzeyi nasıl fark edemedim?" diye geçiriyordu, elindeki gülleri uzatıp 'Senin için' dedi, o an aklına başka bir şey gelmemişti
Mari teşekkür ederek çiçekleri alırken yüzündeki gülümseme daha da büyümüştü aldığı bu güzel güller onu çok mutlu etmişti. Yüzüne yaklaştırıp kokladıktan sonra bakışlarını kaldırdı 'Tekrar teşekkür ederim, çok güzeller'
Ken yardımcısının uzattığı siyah şemsiyeyi açtıktan sonra Mari'ye biraz daha yaklaşıp onu ıslanmaktan korumak istedi 'Beğenmene sevindim'
Mari Ken'in tuttuğu şemsiyenin altında sanki başka bir dünyaya geçmiş gibiydi, gözlerini genç adamın gözlerinden kaçırıp aklını toparlamaya çalıştı. Oluşan sessizliği bozmak için 'Nasılsın?' diye sordu 'Görüşmeyeli çok oldu, öyle değil mi?'
'Evet' diyerek başını sallayan Ken '1-2 ay olmuştur'
Mari başını eğip 'Sanırım' dedi ve ardından duyduğu sesle kafasını arkaya çevirdi Bu ona el sallayan küçük bir öğrencisiydi, Mari de yüzündeki kocaman gülümsemeyle birlikte el sallarken 'Görüşmek üzere Jin' diye bağırdı 'Seni özleyeceğim'. Mari küçük çocuk arabaya binene kadar el salladı, bu tatlı afacan onun en iyi arkadaşlarındandı.
Öte yandan onları keyifle izleyen Ken yüzüne yayılan sıcacık gülümsemeye engel olamamıştı, küçük bir çocuğa karşı hep ağır başlı olarak tanıdığı kuzeni Mari de tıpkı küçük bir çocuk gibi karşılık veriyordu. İtiraf etmesi gereken bir şey vardı ki Mari bu haliyle çok tatlıydı.
Jin gittikten sonra bir anda "Ne yapıyorum ben?" diyerek kendini toparlayan Mari Ken'in yanında olduğunu unutmuştu. Utançla alt dudağını ısırdı 'Imm... Şey yani öğrencim işte' dedi Ken'in yüzüne bakmaya çekinmişti. Ancak Ken neşeli bir sesle 'Onu anladım' deyince ona bakmaktan alıkoyamadı kendini. Zaten Ken'in yüzünde gördüğü mükemmel gülümseme ile nutku tutulmuştu, Ken'i ilk defa böyle gülerken görüyordu. Çünkü Ken asla somurtkan biri olmasa da çok gülen biri değildi, kahkaha attığını ise hiç gören olmamıştı. Mari derin bir nefes alıp karşılaştığı bu manzara karşısında ne yapacağını düşünmeye başladı, işi kesinlikle zordu. En sonunda 'Aç mısın?' diye sordu, Ken'in ne olduğunu anlamaya çalışan yüz ifadesini görüp 'Ben çok acıktım da' dedi şirin bir gülümsemeyle
Ken 'Sanırım ben de acıktım' dedi, aslında pek acıktığı söylenemezdi uçakta atıştırmıştı ama yine de Mari'ye eşlik etmek istedi.
Başıyla şoförüne işaret veren Ken kapının kendileri için açılmasıyla Mari'ye dönüp 'Bildiğin güzel bir yer var mı?' diye sordu, acıkan o olduğu için nereye gidileceğine o karar verse daha iyi olurdu
Genç kadın 'Evet ama zaten buraya çok yakın' dedi eliyle biraz ileride caddenin karşısındaki bir restoranı işaret ettikten sonra 'Yürüyerek de gidebiliriz'
Ken kısa bir süre düşünüp 'Peki, ev sahibi sensin' dedi ve Mari'yle birlikte o tarafa yöneldi.
Geldikleri restoran çok lüks olmasa da nezih bir yerdi, Ken'in etrafı inceleyen bakışlarını farkeden Mari 'Affedersin' dedi 'Öğretmen maaşıyla bu oluyor ama inan bana yemekleri çok lezizdir'
Gülümseyen Ken 'Hayır' dedi 'Yanlış anlama lütfen, çok beğendim, sıcak bir ortamı var'
'İyi o zaman, beğenmene sevindim' Mari cam kenarında 4 kişilik bir masa gösterip Ken'in de onayını aldıktan sonra o tarafa yöneldi. Gelen garsona siparişlerini verdikten sonra 'Ee?' dedi biraz daha dik oturup 'Seni hangi rüzgar attı buraya? İş için geldin sanırım, yapmam gereken bir anlaşma mı var?'
Ken gözlerini cama vuran yağmur damlalarından ayırıp Mari'ye dikti 'Hayır, bir işim yok'
Aldığı bu cevapla bir an duraksayan Mari 'O zaman neden geldin?'
Karşılaştığı soruyla başını soğuk suya daldırmış gibi olan Ken, cevabını kendisinin bile bilmediği bu soru karşısında ne yapacağını şaşırdı. Sahi, neden gelmişti ki?

Buz İçindeki Aşk [Tamamlandı]Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang