1. Bölüm: İlk Mesaj.

828 49 4
                                    

Çığlıklarımı kimsenin duymayacağını bildiğim halde haykırıyordum herkese, her şeye... Ama attığım çığlıklarda boğuluyordum adeta. Aynada kendime baktığım zaman, ruhumun öfkesini göz bebeklerimde görebiliyordum.

Beni kimse duymazken duvarların duymasını istiyordum. Ona attığım yumruklar bu yüzdendi belki de. Ruhumda büyüyen acıyı duvarlardan çıkarmaya çalışıyordum. Ellerim paramparça olurken tek düşündüğüm birilerine sesimi duyurabilmekti.

Avuçlarımın içinden akan kan damlalarına aldırış etmeden, var gücümle son bir kez bağırdım.

"İstemiyorum!" dedim duvarın dibine çökerken "Neden halimi görmüyorsunuz? Onunla evlenmek istemiyorum!''

Ama evin içinde yankılanan çığlıklarımı benden başkası duymuyordu. Ne annem, ne babam, ne  kardeşlerim... 

İnsan kendi ailesine bu kadar yabancı kalabilir miydi?

"Sigarası, alkolü yok." diye sesini yükseltti babam. " Evden işe, işten eve. Daha ne istiyorsun Allah'tan? Belanı mı?"

"Baba bana dokundu" dedim güçlükle. "Onu istemediğimi bildiği halde bana dokundu.''

''Sen evlenince sana dokunmayacak mı sanıyorsun?'' dedi gözlerime bakmadan ''Erkek o, sana dokunmak istemesi gayet normal.''

Beni zorla evlendirmeye çalışmalarını bir kenara bırakmıştım bu cümleden sonra. Her bir harf, zehirli bir ok gibi saplanmıştı yüreğime. Bir baba kızına bunu nasıl diyebilirdi?

Gözlerimden akan yaşları, kanlı ellerimi umursamadan sildim. Nefes alamıyordum. Duyduğum cümleyi hangi yerinden tutsam öfkemin dinmesini sağlayamıyordum. Ne kadar süre öyle kaldım, bomboş gözlerle yere akmış kan damlalarına baktım bilmiyorum ama başımı havaya kaldırdığım an, babam görüş alanıma girdi. Onunla konuşmak, hatta onu görmek bile istemiyordum.

Bir baba kızını nasıl olurda sevmediği bir adamla evlendirmek isteyebilirdi? Hem de evleneceği adamın kızına zorla dokunduğunu duymasına rağmen.

Koşarak odama geçip kapıyı kapattım. Kardeşim odada yatıyordu. Biz üç kardeştik ve aynı odada kalıyorduk.

Kardeşimin bana acıyan bakışları içerisinde yatağa girip yorganı üzerime çektim. Karanlıktan korkan ben, şimdi karanlıkta yok olmak için dua ediyordum.

Bana bu çaresizliği yaşattıkları için annemden de babamdan da nefret ediyordum.

Kimsesizliği iliklerime kadar hissediyordum. Yorganın altında yastığıma sımsıkı sarılırken, sesimi duymasınlar diye sessiz bir şekilde ağlamaya çalışıyordum.

Ağlamamak için kendimi sıktığımda boğazımda oluşan o acı... Ne kadar da katlanılamaz bir acıydı öyle. Sanki gözyaşlarım içime içime akıyordu ve akarken değdiği yerleri yakıp kavuruyordu.

Ben Hasret.

18 yaşına yeni girmiştim. Bu yaşıma kadar ailemin üzerimde kurduğu baskılardan dolayı sesimi çıkarmayı hiç öğrenememiş, babama verdiğim bir söz yüzünden de sevmediğim bir adamla sözlenmiştim. Şimdi de her ne kadar sesimi çıkarmaya çalışırsam çalışayım geç kalmıştım. Evlenmek zorundaydım.

Yaşıtlarım gibi değildim... Okuldan alınacaktım ve evlendirilecektim. Evlendirilme olayımın bir wattpad hikayesi gibi olmasını çok isterdim ama değildi.

Ben ona aşık olmayacaktım, o da bana iyi davranmayacaktı. Evine bir hizmetçi ve kendisine de süsleyip yanında gezdirebileceği, baktıkça kendinden geçeceği bir eş arıyordu.

Öyle biri değildim ama o beni gördüğü günden beri gözlerime asla bakmamıştı. Göğüslerim ve kalçalarım arasında gidiyordu bakışları. Bu çok... Bu çok utanç vericiydi ama bunu ne anneme ne babama asla anlatamamıştım.

Derin bir nefes aldım ve yorganın altından çıkıp yavaş adımlarla banyoya ilerledim. Kapıyı kilitleyip, önceden saklamış olduğum cam parçasını yerinden çıkardım. Kararmaya başlayan gözlerimi umursamadan yere çöktüm. Gözlerim sol bileğime kaydı. Kesmem gereken damar, sanki ben buradayım dercesine bileğimde kendini gösteriyordu.

Önceden çok severdim bileğimde kendini belli eden masmavi damarımı. Demek bunun içinmiş... Daha ben doğduğum gün yazılmış kaderime. O çok sevdiğim mavilik benim kurtuluş yolummuş.

İçeriden gelen öğürme seslerini duymamaya çalışıyordum fakat beceremiyordum. Annem sinir krizi geçiriyordu... Cam parçasını bileğime bastırmak üzereyken babamın sesini duydum.

Anneme vurmuş olmalıydı. "Kendine gel!" diye bağırıyordu. Küçük kız kardeşimin hıçkırıklarını duyabiliyordum. Aslı ise kapıya vuruyordu.

Hepsi korkuyordu. Kendime bir şey yapacak olma ihtimalimden... Bende korkuyordum aslında. Ölümden değil, canımın acımasından ya da akacak olan kandan değil... Kendini öldürenlerin ateşe gittiklerini söylerdi annem hep.

Ve ben ateşten korkuyordum. Yanacak olma ihtimalimden korkuyordum. Oysa içimin kavrulduğunu hissedebiliyordum. Daha ne kadar yanabilirim diye düşündüm.

Yanıyordum ve sesimi duyuramıyordum.

Tanrım! Neden duymuyorsun beni? Ayır bizi. Benim kaderime karanlığı yerleştirme. Karanlıktan korkarım ben. Onlar görmüyorlar ama ben görüyorum.

Tanrım. O iyi birisi değil. Sırf alkolü yok diye onunla evlenmeme izin verme. Sen istersen, her şeyin mümkün olduğunu öğretti annem bana. Beni ona mahkum etme.

Korkuyordum. Ölmek isterken ateşten. Yaşamak isterken beni bekleyen o acı dolu günlerden.

Mümkün müydü?  Karanlıktan korkan bir çocuğun karanlığın ta kendisi olması. İçimdeki karanlık giderek büyüyordu ve ben o karanlıkta boğulduğumu hissediyordum.

Ağlayamıyordum... Ağlayamadığımdan kaynaklı boğazımda oluşan bu acı büyüyordu. Gözlerim tek bir noktaya sabitlenmişti, bileklerime...

Yarın geliyordu... Ya kurtulacaktım her şeyden ya da kaderime razı gelecektim. Derin bir nefes alıp, elimdeki cam parçasını cebime koydum ve banyodan çıktım. Bilgisayarı alıp bloğuma girecektim.

Kimseye anlatamadığım şeyleri yazılarımda saklıyordum. Yazdıklarımı okuyan birden çok kişi vardı. Fakat kimsenin bilmediği tek şey yazdığım her bir kelimeye ben kendimi gömüyordum.

Hayat hikayeler gibi değildi. Her bir kelimeye saklanan milyonlarca acıyı, sadece gerçekten görmek isteyenler görebilirdi.

Acıyı iliklerime kadar hissediyordum. "Acı hissedilmeyi talep eder." diyordu John Green. Evet, gerçekten hissedilmek istiyordu.

Ama bu kadar hissedilmek zorunda mıydı sanki? İçimden bir şeylerin söküldüğünü hissediyordum titreyen ellerimle bilgisayarı açarken.

Şu an tek yapmak istediğim; parodi hesaplardan ve okuyucularımdan oluşan gruba girip onlarla konuşmaktı. Bana iyi geliyorlardı. Onları hiçbir zaman bir okuyucu olarak görmemiştim. Grubun adını da bu yüzden "Ailemsiniz." koymuştuk.

Kan bağına gerek var mıydı birini kardeşin olarak hissetmen için? Huzuru onlarda bulmuş, gülüşlerime onlarla yeniden renk vermiştim.

Facebook yavaş yavaş yüklenirken mesaj kutuma gelen mesajları okumaya başladım. Çoğu mesaj gruptan olsa da bir mesaj farklıydı.

Mesajı okuduğumda yüzümde oluşan şaşkınlık ifadesi, bir müddet sonra tebessüme dönüşmüştü. Bilgisayardan bir fon müziği açıp mesaja tekrar baktım.

-Karıcım?

Mesajı yazanın bir kız olduğunu bilsem de, nedensiz bir şekilde heyecanlanmıştım. Ölmek isteyen yanım bir tarafa, ölüme yakın ne istiyorsam onu yapmayı düşünüyordum. Ve mesaja girip cevap yazdım.

-Kocacım?


Bölüme son verirken ailesi tarafından yara almış, uçmayı hayal ederken kanatları koparılmış her kız çocuğunu kocaman öpüyorum ve sizi çok seviyorum!

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 18, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Ateşten KüleWhere stories live. Discover now