Bölüm 20: Sorgu | Part 2

21.4K 1K 67
                                    

#Seafret - Be There#

UYARI: Bölümde küfür içeren sahneler bulunmakta. Rahatsız olacaklar için ufak bir ünlem bırakıyorum buraya.

*

İlk önce düz bir çizgiyi andıran dudakları kayboluyor, yerine dudak kenarlarındaki kırışıklıklar geliyordu. Büyük bir gülümsemede olduğu gibi göz kenarlarında kaz ayakları kendini belli ediyordu sonra. Gözlerindeki öfkeli ve sorgulayıcı ifadenin üstüne bir perde çekiliyor, neşeyle parlayan bir hâl düşüyordu yansımaya. Omuzları gülmenin etkisiyle sarsılırken dişleri gözükecek kadar büyük bir gülümseme suratını kaplıyor, tutamadığı kahkahalar ağzından duraksız çıkarken başı geriye gidiyordu. Boynundaki çıkıntı kendini belli ederken, parlayan gözlerinin hayalinden kendimi alamadığımı fark ediyordum.

Efkan'ı ilk defa böyle görmüştüm.

Koray'ın bu hallerine muhtemelen çoğu zaman gülüyordu. Eğer Koray'a yakın olsaydım, muhtemelen ben de Koray'ın çocuklaştığı durumlara dayanamayıp gülerdim. Ya da önünüzde sevmediğiniz biri düşünce ve 'tükürmek de bir nevi öpüşmektir' tezini savunan bir kardeşiniz olunca böyle şeylere gülüyordunuz ama garip geliyordu işte Efkan'ın bunu sorun etmiyor oluşu. Genel olarak benim yanımda duvar gibi bir suratla durmaya ant içmiş gibi davranıyordu çünkü, ya da öfke, alay ve nefret dışında herhangi bir olumlu duygu sergileyemezmiş gibi. Ki bununla da bir sorunum yoktu. Sadece bana karşı bu kadar negatif olması, hissettirdiği özel konumdan dolayı biraz rahatsız edici olsa da, bununla gerçekten bir sorunum yoktu. Onun hayatında –artık hayatlarında olduğumu Koray sayesinde kabul etmek zorunda kalıyordum– Koray için olduğum yere sahip olmaktansa, bu çok daha iyiydi.

Onun bana karşı olan düşüncesini değiştiren, Koray ile geçirdiğim yarım saat miydi? Hepsi bu muydu yani diye düşünmeden edemiyordum.

Esneme isteği baş gösterirken gözlerimi ovalayıp merdivenlerden inmeye devam ettim. Son zamanlarda üstüme çöken bir yorgunluk vardı, işin garip tarafı, tüm bu olaylara rağmen neredeyse hiç kâbus görmüyordum. Sanırım uyanıkken gördüğüm kâbusların yeterli olduğunu düşünmeye başlamıştı bünyem.

Koray'ı ve Efkan'ı o halde bırakalı birkaç dakika oluyordu. Suyu kapattıktan sonra Efkan'ın Koray'ı çıkarmasına son kez yardım ettiğimi içten içe kabul edip, Koray'ı bu sefer kendi odasına götürmeye de ikna olmuştum. İçeride hâlâ o boğucu tütsü kokusundan bulunuyordu fakat Efkan içeriyi havalandırmış olmalı ki, koku azalmış, yerine saf bir oksijen kokusu dolmuştu. Bir yanım bunu benim için, daha doğrusu Koray'a sonunda biraz daha nazik olabildiğim için yaptığını söylüyordu; diğer yanım ise tamamen Koray'ın sağlığına odaklı olduğu ile bir görüşte bulunuyordu fakat bunun insan doğasındaki kabul edemediğimiz gerçeklerden birine dönüştüğünün farkındaydım.

Onlar için iyi biri olmak istemediğimden, özel birine dönüşebiliyor olma fikrini korkuyla algılayan zihnim, beni kandırmak için çeşitli denemelerde bulunuyordu. Fakat ne kadar yalan söylemeye alışık olsam da, yalan söylemenin birinci kuralının da kendine dürüstlük olduğundan geçtiğine inanıyordum. Böylelikle olduğunuz durumun tam tersi, kesinlikle yalana çıkabiliyordu ve iç karmaşalarla yeterince boğulan ben de yalan söylemenin karmaşasından kurtuluyordum. En azından kendimle alakalı olan kısımlarda.

Ve bu konuda itiraf etmem gereken bir gerçek vardı: Efkan'ın davranışları, eskisine oranla daha iyiydi. Ve bu, berbat hissettiriyordu. Hayatında olmamaktan başka istediğim herhangi bir şey varsa, o da hayatındayken, onun tarafından negatif duygularla çevrilmiş olmaktı. İyi bir şeyler istemiyordum. İyi bir şeyleri hak etmiyordum. Ayrıca onlara güvenmiyordum da. Avuçlarım acı, korku ve layık olamamanın getirdiği yüklerle dolup taşmaya devam ediyordu ve bu, onlar hayatımdan tamamen çıkana kadar devam edecekti.

Acının İzleri (Ölü Doğanlar Serisi #1)Onde histórias criam vida. Descubra agora