EGG!- 27. Bölüm: "Son?"

2.6K 162 35
                                    

   Şarkı: Sia- California Dreamin' 

(Yazar notunu en sona bıraktım, okumayı unutmayın :)))


 İçimdekileri dökmek hiç bu kadar zor olmamıştı belki de, Ateş'le ben birbirimizi uçurumlara sürüklüyor altında bizi bekleyen kayalarla kaplı derin sulara kendimizi atmamız için birbirimizin gözlerine intikam iştahıyla bakıp duruyorduk. Ama ne ben atlayabiliyordum suya, ne de o.  Ne zaman yolun sonuna geldiğimi hissettiğimde atlamak istesem sıkıca tutuyordu kolumdan beni. Ben de bunu Ateş'e yapıyordum. Biz birbirimizin ne ölmesini istiyorduk ne yaşamasını; araftaydık biz. Belki de arafın ta kendisiydik. Ölümle yaşam arasındaki küçük mücadele gibi.  

Ateş'in beni yemeğe çağırması üzerine bu sefer kendimi o derin sulara atlamayı seçip gitmeyi ve ortalıktan öylece kaybolmayı diledim. Ama içimde beni yiyip bitiren huzursuzluk bana nispet yaparmış gibi her tarafımı kaşındırıyor bana rahat vermiyordu. Odamdaki boy anasının karşısına geçtim; elbise giymek istememiştim bu Ateş'e önem verdiğimi gösterirdi, sıradan günlük bir şey gideceğimiz yere yakışmazdı. Ben de şirkete giderken kombinlediklerimden bir tanesini üzerime geçiriverdim. İdil ve Gece burada olsaydı kötü gözlerle bana bakacaklarından emindim. Ama elimden bir şey gelmezdi sonuçta bu bir iş yemeğiydi öyle değil mi?

  İçimde ne olduğunu tanımlayamadığım buruk hisler vardı.  Gözlerim aynadaki gözlerimle birleştiğinde kahverengilerimin en derinlerinde bir acı hissettim, sonrasında hayal kırıklığı ve kendimin bir sigaranın son nefesi gibi küllere dönüşümüm vardı. Kalbim artık atmak istemiyor, ciğerlerim köklü bir ağacın kuruması gibi bütün  dallarını kırıyordu. Ya imzalamazsa diye geçirdim içimden. O zaman geçekten de Ateş'i polisin eline verecek miydim kendi ellerimle? Zihnim bunu düşünmemi her zaman engellemişti, böyle bir olayla karşılaşmayacağıma neredeyse emindim ama bir yanım sanki farklı düşünüyordu. Bana cesaretimin olmadığını fısıldıyordu kalbim. Bir gün tekleyeceksin ve o zaman göreceksin dedim kalbime inat, o zaman senin yok olman için elimden geleni yapacağım ve beraber göçüp gideceğiz bu dünyadan.

   Telefonum çaldığında Ateş'in aşağıda olduğunu anladım. Cama doğru yaklaştım ve perdenin beyaz görüntüsü ardından gecenin karanlığına baktığımda aşağıda Ateş arabasına yaslanmış, kollarını birbirine kenetlemiş bir şekilde beni beklediğini gördüm. Üstündeki jilet gibi oturmuş beyaz gömleğiyle çok şık olduğunu fark ettiğimde kendi üstüme baktım. Elbise mi giymeliydim acaba?  Şimdi giysime de bahane üretmesin? Yok canım, sen iş görüşmesine gidiyorsun Afra, bu kıyafet uygun. 
Ateş'in imzalaması gereken belgeleri siyah çantama yerleştirdikten sonra evin dış kapısını kapatıp merdivenlerden inmeye başladım. Sanki attığım her bir adımda ayaklarım titriyor gitmek istemediğini açıkça belli ediyordu, yüreğim huzursuzdu; ciğerlerim havaya daha çok ihtiyaçlarının olduğunu belirterek hızlı nefes almama neden oluyorlardı. Kendimi zorla da olsa dışarı attım, beni rahatsız eden tüm duygulara rağmen. 
Aşağı indiğimde iki gözle karşı karşıya kaldım. Ateş'in her zaman hırçınlığını koruyan gözleri bu sefer başka bakıyordu; kahverengileri daha sakindi ve açık renkliydi. Avını bekleyen bir avcı değil de sakince gölgede bekleyen bir aslan gibiydi. Ama bu sakinliğine kanma dedi içimdeki ses. Bir aslan ne kadar sakin kalsa da o yine de bir avcı. Ne aslanı be! dedi diğer bir yanım. Asıl havlayan köpek ısırmaz. Köpeğin sessizinden korkacaksın!
Tüm bu düşüncelerimi yuvarladıktan sonra Ateş'e doğru yaklaştım. İstifini bozmadan göz ucuyla beni süzdü.
"Yemeğe gittiğimizi sanıyordum."
dedi kendini toplayıp beyaz lüks arabasının şoför kapısına yönelirken.
"Bir iş yemeği." derken onu iğnelemekti amacım.

  Arabaya bindiğimizde bir sessizlik köprü oluştururken aramızda bunu motorun ince çalışma sesi bir anlığına bozdu. Ateş gözlerini yoldan hiç ayırmıyor, yüzündeki o boydan boya uzanmış sakinliği gözle görülür derecesinde belli ediyordu. Ve hislerimde ne kadar yanılsam da bir şey mi var diye düşünmekten de kendimi alıkoyamadım. Aslında kendimi alıkoyamadığım tek şey düşüncelerim değildi; sürekli Ateş'e bakmak istiyor onun keskin yüz hatlarını bir bir incelemek istiyordum. Ama bunu kendime bir türlü yakıştıramadığım için sadece camdan dışarı hızlı bir film şeridi gibi geçen, tabak gibi göğe yükselmiş olan ay ışığının üstüne vurduğu ağaçları izlemeye başladım.
  

  Huzuru ve sessizliği kesen Ateş'in telefonu oldu. Ateş çalan telefonu eline aldığında bir anlığına sisli bir bulut geçti önünden. Dudaklarını birbirine bastırdı ve bunaldığını ifade edercesine telefona sert bir sesle karşılık verdi.
  "Ne var?"
Kiminle konuştuğunu ne kadar çok merak etsem de oralı gibi gözükmemeye çalışıyordum ama onu rahatsız eden, boğan bir şeyin olduğunun da farkına varmıştım. 
  Ateş bir süre karşı tarafı dinledikten sonra yan aynalardan arkayı kontrol etti.
  "Tamam,  kendim hallederim." Sesi boğuktu, öfke ve biraz da tedirginlik barındırıyordu. Telefonu hızla kapadıktan sonra bana baktı; bir şeylerin yolunda gitmediğini söyler gibiydi gözleri. Kötü bir şey olmuş olmalıydı.
  "Bir sorun mu var?"
Ateş kafasını çevirip yola yöneldiğinde hızını arttırmış elleri direksiyonu iyice kavramıştı.
"Hayır." Diye cevap verdi.
Kaşları çatıktı, elleri direksiyonun etrafında gerilmişti ve hızımızı biraz daha arttırmışken bu ortamda bile yalan söylemeyi nasıl başarabiliyordu?
  Ortamda buz kesen gerginliği daha fazla arttırmak istemiyordum ama bir sorun varsa ve ben de bu arabanın içindeysem bunu bilmemi hakkım olduğunu düşünüyordum.
  "Ateş eğer bir sorun varsa bunu benimle paylaşabilirsin değil mi? " dedim sesime yalancı bir sevimlilik katarken. Beni dinlemeyip hızını biraz daha arttırdığında arkama yaslanıp emniyet kemerine sıkıca tutundum. "Tamam, sustum."

Eyvah, Gizli Görev!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin