1-BÖLÜM

304 22 12
                                    

Kafamdaki soru işaretlerini, ruhumdaki yorgunluk, iç sesimin diğer iç sesle kavga edişi, ansızın, sebepsiz ve garip bir şekilde gelen mutlulukla birlikte karışmış düşüncelerimin yansıyan camda kendimi gördüğüme şahit oluyordum. Etrafımdaki her şey donakalmış ve dikkatini bu eşsiz ana odaklanmıştım. Utanmış mıydım hatırlamıyorum fakat düşündüğüm tek şey yansıyan görüntüdeki kişiydi. Karşımda duran sülieti öylesine incelemiş olmalıydım ki hatırlamak istediğim vakit suratında gülümserken çenesinde ve sol gözünün çaprazında çıkan çukurlara dahi ulaşmıştım. Bana bakan bu yüzün ben olduğundan şüphe duyuyordum. Çünkü hiçbir zaman beni görme lüksüne sahip olamamıştım. Bir başkası olmadan beni, kendimi, görmem nasıl mümkün olabilirdi ki? Bu görüntüde tıpkı aynalar gibi kandırıyordu beni...yoksa bu hastalıklı ruhun sahibi ben miyim?

Zaman öğleye doğru ilerlerken, ekim ayının en sıcak günlerinde ben yine evde oturuyordum. Günün büyük bir bölümünü geçirdiğim yerdeydim. Bugün günlerden cumartesi diğer insanlar haftasonları gezmenin gerekli olduğunu düşündüklerinden dışarısı yine kalabalıktı. Arabanın yaptığı ses, insan sesleri havadaki meltem rüzgarının çarptığı duvarlarda çıkardığı o naif ses, bunları hepsi birleşmişti ve ortaya ses kalabalığından başka birşey çıkmıyordu. Odadaki tek pencere açıktı ve bu seslerin hepsi hafif de olsa odamda da duyuluyordu.

Odamı seviyordum. Bej renk duvarlarıyla pencereden giren güneş ışığı bir oluyor ve odayı aydınlatmaya yetiyordu. Duvarlarına yapıştırmış olduğum fotoğraflar ve bir kaç çizim duvarın soluk rengini odanın uykuyu getiren o havasından uzaklaştırıyor, ara ara görünen duvarın solgun rengini canlandırıyordu. Açık olan pencerenin mermerindeki kaktüs çiçeklerin en azından odadaki tek bitki olduğunun belirtisiydi. Bitkileri pek sevmem...! Tek sevdiğim bitki kaktüs çiçeği...neden diğer güllü renkli çiçekler değilde kaktüs...? Nedeni tıpkı bana benzettiğimden pek fazla seveni, dokunanı, yok çünkü iğne misali, dokunan kişinin canı yakacak türden dikenleri var...ve bundan o bitkiye canını yaktığı halde dokunacak kimse yok...benciller ki dokunamazlar! Ha birde pek bilinmese de lakabım kaktüs çiçeği...!

Pencereye parelel olan yatağımda uzanırken açık olan pencereden yüzüme hafif soğuk rüzgar çarpıyordu. Bu sırada gözlerim kapalı boş boş düşünüp kafamdaki üzgün palyaçoları hareket geçiriyordum. Böyle benzetme yapmanın sebebi palyaçoların gerçekten boş iş yaptıklarındandı.

Gözlerim kapalı ve pekâla yine düşünürken uzandığım yerde doğruldum, uzattığım ayaklarımı bağdaş kurdum ve camdan içeri giren güneşin; sıcak ve aydınlık ışıklarına doğru yüzümü tuttum.

Gözlerimi tekrar kapadım...güneşin ışığı yüzümü aydınlatıp ısıtırken, odamın ahşap kapısından vurma sesinin ardından da Zeliha hanımın "Halanız kakaolu süt yolladı efendim...!" demesini duymam bir oldu.

Zeliha hanım kırklı yaşlarında kısa boylu hafif şişman bir kadındı, saçları hafif seyrelmişti gözleri küçük ve yeşil renkliydi, ince dudakları ve solgun ten rengi vardı.

Halamın yanında tam yedi yıl çalışmıştı ve artık yarın ailesinin yanına dönüyordu. Haliyle bu ton ton teyzeden ayrılmakta zor olacaktı sanırım. Elindeki uzun bardaktaki sütü yavaşça çalışma masasının üzerine koydu ve daha sonra kapıda ellerini birleştirip dururken tekrar "Başka bir isteğiniz varmı Derin hanım...?" demişti, ilk başta ses çıkarmadan yüzüne baktım daha sonra yüzündeki ifadeden dolayı "İyi misin?" sorusunu yönelttim. Kafasını kaldırıp yüzüme doğru bakarak "Bugün sizin yanınızda son günüm ve bundan dolayı üzgünüm..." diyerek tekrar nefes aldı yüzümdeki ifadeden tekrar açıklama gereği duyduğunu anlayıp " Yurtdışına ailemin yanına temelli dönüyorum, sizden ve Fatma hanımdan ayrılacağım için üzgünüm..." dedi ve kafasını tekrar eğip halıya bakmaya devam etti ve bende o sırada ayağı kalktım yanına yaklaşıp kolunu destek amaçlı tuttum ve "Üzülmesene be! Hem fena mı ailenin yanına dönüyorsun bizi merak etme...!" dedim elimi kolundan çekip, kafasını kaldırdı yüzüme baktı ve onaylarcasına kafasını sallayıp odadan çıktı. O sırada masada duran kakolu sütü alıp halamın hatrı üzerine yudumladım. Kakaolu sütten nefret ediyordum, bunu her ne kadar halam bilmese de nefret ediyordum işte. Bir kaç yudum zorda olsa aldıktan sonra elimdeki bardağı tekrar masanın üzerine geri koydum. Daha sonra çalışma masasının çaprazında bulunan uzun, ince koyu ahşap renkli kitaplıktan bir kitap çıkardım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 12, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ölümle DansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin