1.Bölüm

189 6 3
                                    


Gitmeliydi. Saniyeler önce burayı terk etmeliydi. Onu durduran neydi? Aylardır farkında olmadan içinde biriktirdiği endişe miydi yoksa her şeyden bir anda vazgeçme korkusu muydu bilmiyordu. Ama bir şeyler ardında bırakıp gitme dürtüsünü bastırıyor, atmak istediği bütün adımlara engel oluyordu. Sanki "Gitme" diye fısıldıyordu birileri. Ve yalnızca iki heceden oluşan bu fısıltı, ruhunun uzaklaşmak isteyen bütün çığlıklarını susturmak için yeterli oluyordu.

Eylül ayının olabilecek en soğuk günüydü. Aydınlık ve karanlığın arasında çaresizce sıkışıp kalmış bir akşam saatiydi. Ne çoktan yitirilmiş umutları yeşertebilecek kadar aydınlıktı ortalık ne de gözün gözü göremeyeceği kadar zifiri karanlık. Günün en nötr vaktiydi belki de. Çoğu insanın tüm yorgunluğu bedeninde biriktirdiği, işten çıkıp eve gitmeye hazırlandığı vaktiydi. Günün en yoğun vaktiydi. Günün en yorgun vaktiydi. İşte bu yüzden, tam olarak bu saate almıştı uçak biletini genç adam. Tam bu saatte, tam bu anda terk etmek istemişti yıllardır yaşadığı şehri. Günün en gürültülü anında kurtulmak istemişti geçmişinden. En kalabalık anında bırakıp gitmek istemişti İstanbul'u.

Ama gitmemişti. Gidememişti. Uçağın camından, bulutların arasından görmek istediği günbatımını yeryüzünden dahi seyretmiyordu şimdi. Gökyüzü yerine etrafa gönderilen mavi, donuk bakışlar saatler önce gitmekten vazgeçen bu adama aitti. Sonbaharın en soğuk rüzgarı bu genç adamın yüzüne vuruyordu artık. Ve kasvetli bedenini esip geçen soğuğa, siyah saçlarını savuran rüzgara rağmen sanki hissizmişçesine, hareket etmek için hiçbir kası kıpırdamıyor; suratında tek bir mimik oluşmuyordu.

Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı bir süre. Ve o adam havalimanının önünde, kalabalığın arasında dikildi öylece. Hiçbir şeyden kaçmadan, hiçbir şeyi beklemeden. Ta ki donuk bakışlarına çarpan, yaşlar içinde kalmış bir çift gözü fark edene dek. Onu gördüğünde aklında geçmiş ve gelecekle ilgili çarpışan tüm düşüncelere en azından o an için ara verebilmişti. Beynini kendi çıkmazları yerine, karşısında duran kızın göz yaşları meşgul ediyordu şimdi. Belki biraz önce esnemiş ve gözlerinin yaşarmasına engel olamamıştı genç kız . Belki yüzüne çarpan soğuk rüzgara kendisi kadar dayanıklı değildi. Rüzgar saçlarıyla birlikte gözyaşlarını da savurmuştu etrafa. Kim bilir belki de... Ağlamıştı? Birkaç adım attı kıza doğru. Ve birkaç adım daha. Yaklaştıkça seçenekleri azalıyor ve en cazip yanıtın ağlamak olduğunu fark ediyordu. Çünkü sessiz akan göz yaşları artık hıçkırıklar senfonisine katılmıştı. İçinden bir ses onun yanına gidip susmasını söylemek, hiçbir şeyin ağlamaya değmediğini anlatmak istiyordu. Teselliler onun için birer klişeydi ama işe yaradığı gerçeğini kendisi bile inkar edemezdi.3 adım kadar bir mesafe vardı aralarında. Bir adım attı her zamanki klişeleri dile getirmek için. Ve bir adım daha. Sadece bir adım kadar uzaktı ona. Son adım için harekete geçerken kızın yanına doğru gelen bir genci fark etti. Belki arkadaşıydı kızın, belki sevgilisiydi. Ne fark ederdi? Artık kendisine gerek kalmamıştı. Bu genç kurabilirdi ona her zamanki klasik teselli cümlelerini. Az önce kıza doğru attığı adımlar, ters istikamete doğru götürüyordu şimdi onu. Sol bileğindeki ağırlığı eliyle yokladı önce. Sonra zamanı görebileceği şekilde gözünün önüne getirdi bileğini. Saat, uçak biletini aldığı saatti. Önce şaşırdı. Sonra saniye çubuğunun ilerlemediğini gördü. Saati durmuştu. Onun gibi dakik bir adamın saatinin durması akıllara sığdırılamaz bir şeydi. Cebinden mekanik bir hareketle telefonunu çıkardı. Şarjının bitiğini görmek, sabrını tüketmiş, sinir katsayısını daha fazla yükseltmişti. Yanından geçip giden insanlardan rastgele bir adamın sırtına dokundu ve saati sordu. İhtiyar adamdan aldığı cevapla birlikte kızdı kendine. Yarım saattir havalimanında boşuna vakit harcadığını düşündükçe daha fazla sinirleniyordu. Daha fazla oyalanamazdı. Tüm insan kalabalığını arkasında bıraktı ve bir taksi çevirdi. İlk önce bir saatçiye uğrayıp kolundaki saatin pilini değiştirecek sonra da eve gidip biraz kafa dinleyecekti. Kafasını dinleyebileceği konusunda emin değildi gerçi. Kendini her sessizlikte bulduğunda geçmişi aklına getirmeye devam edeceğini içten içe o da biliyordu. Evinin kapısından girer girmez sessizlikten nefret edecek, gözlerini kapatıp anılarını belki de milyonuncu kez zihninden geçirecekti. En sevdiği bardağa Glenmorangie markalı viskisinden dökecek, ruhuna fısıldayan pişmanlık kelimelerini başı dönene kadar her yudumda daha fazla zehre dönüştürecekti. Birkaç beceriksiz adımdan sonra her gece olduğu gibi yine şöminenin önünde dikilecekti.

Ve geçmişi hatırlatan bütün fotoğrafları ateşe verecekti.

Hepsini teker teker

kağıttan küllere çevirecekti.

KONTROLSÜZ TERAPİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin