34-Kan

5.7K 273 209
                                    

Milyonlarca yeni hayat dünyaya inerken milyonlarca yaşamış hayat gelenlerin aksine dünyadan çıkıp gidiyordu. Hastane duvarlarının arasında minik hayatımızı beklerken ameliyathaneden gelen sesler tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Fazla bağırıyordu, canının yandığı her bağırışında, çığlığında kendini daha da belli ediyordu. Bir çocuğun sorumluluğu zordu. Doğurması, yetiştirmesi, tüm kötülüklerden koruması... Çocuğun üzerinde annenin görevinin daha fazla kutsal olduğunu vurgulayan daha bir sürü şey vardı.

Derya ablanın çığlıkları ameliyathanenin önünü kaplarken gözüm Bedir'e takıldı. Yüzü ifadesiz olsa da heyecanlı olduğunu hissedebiliyordum. Hatta heyecandan ölüyordu da şu an ki görevi somurtmak olduğu için heyecanını doya doya yaşayamıyordu. "İbrahim enişte bu sefer de mi yırttı?" Yağız'a baktım. Annesinin yanında oturmuş, elini avucunun içine almıştı. Hastaneye geldiğimizden beri Hülya'ya bir kere olsun bakmamıştı. Hülya ise sırtını beyaz duvara yaslamış, yerdeki parkelere izliyordu. Belki biraz da o tavır çekmeliydi.

"Bu sefer o kadar kolay değil." Bedir'in soğuk cevabıyla bakışlarımı yeniden ona çevirdim. Gözleri ameliyathane yazısında takılı kalmıştı.

"Bu adamlar eskiden kalma. Ayrıca İbrahim ağabeyin asıl borcundan kat kat daha fazlasını söylüyorlar." Bunu neden söylemiştim bilmiyordum ama içimde tutmak istemedim.

"Bence bu kadar bilmiş konuşmamalısın. Kızım üçüncü defa erken doğuma alındıysa tek suçlu her zamanki gibi toz konduramadığı kocası." Mücella'nın okları dart tahtası gibi direkt üzerimde isabetlendi.

"Kusura bakmayın Mücella teyzeciğim. Siz ne kadar yırtınsanız da ameliyathanede sizi değil de kocasını yanında istedi. Çünkü biliyor ki İbrahim ağabeyin saf kalbinin kendisine iyi geldiğini. O yüzden siz canınızı sıkmayın, onlar her türlü anlaşır." Bütün yüzler bana döndüğünde bu defa kızardığımı hissetmedim. Birinin gerçekten de bu kadını buyurması gerekliydi.

"Hah! Öyle mi küçük hanım? O zaman her olan bitene tamam deyip geçelim. Yarın da senin yüzünden çiftliği yaktıklarında kurtulursak eğer şükür çeker, kimseyi suçlamayız."

"Anne. Konuştuklarına dikkat et." Bedir'in sakin sesinden düşen buz kıymıklarının Mücella'ya batması gerekirken bana batıp içimdeki yangına düşmüştü. Ama yine de söndürememişti, tek bir kıvılcımdan büyüyüp alev alev tüm vücudumu saran yangını.

"Oğlum her seferinde birilerini bana karşı savunma artık." Mücella'nın kırgın sesi de işledi yangınıma.

Benim yüzümden.

"Birilerinden kastın babam ve Şehnaz mı? Tavırlarını düzeltmediğin sürece böyle devam edeceğim."

Sırtımı soğuk duvara yasladım. Aydız koluma dokunduğunda yüzümü ona çeviremedim. Mücella bir bakıma haklıydı. Benim yüzümden bir gün çiftliğin yakılmayacağı ne malumdu? Sonuçta benim olduğum yerde sadece yangın olurdu. Başımı kıpırdatmadan gözlerimi yukarı kaldırdım. Kara incileri üzerimdeydi ve siyahın üzerinde kırmızı görmek ne kadar zor olsa da gözlerinde alevi görebiliyordum.

Kapının iki yana kayarak açılmasıyla bakışlar oraya döndü ve içeriden kısa boylu bir hemşire çıktı. "Kızım nasıl?" diye sordu Mücella endişeli sesiyle.

"Kızım ve torunum iyi mi?" Kenan amcanın gözlerinin heyecanla parladığını gördüm.

"Doktor beyi bekleyiniz," dedi hemşire kız ince sesiyle. Ellerini yeşil önlüğünün cebine sokup salına salına ilerledi.

Hepimiz arkasından boş boş baktığımızda, "Anne iyi, bebek doğdu demek bu kadar mı zor?" dedi Süreyya kaşlarını çatıp çenesini sıvazlarken. Ardından Mücella'nın omzuna şefkatle kolunu doladı. Kötü zaman eltiliği bu olsa gerekti.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin