35-Minikşe

5K 279 100
                                    


Kuşların cıvıltısıyla uyanmamıştı. Güneşin kirpiklerinden sızdırdığı saf ışıklarla da aralanmamıştı gözleri. Uyuması için gözlerini bir kere kırpması yeterliydi. Ama o gözlerini kırmızı yazıya dikmiş olduğu yerde dikiliyordu. Ameliyathane.

Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Belki onu da gecesinin sahibiyle birlikte koymuşlardı sedyeye. Bedir'in de tabiriyle o Minikşeydi. Onun koca cüssesinin yanına sığmakta zorluk çekmezdi. Aralarında kapı vardı. İki buğulanmış cam kapının arasındaki çizgiden geçebilecek kadar büzülebilirdi. İstese daha da küçülürdü. Olduğu yerde dikildi sadece. Başı hafif yukarı da gözleri ameliyathane yazısındaydı. Sanki harfleri beyni birleştiremiyordu. Birleştirdiğini düşünse birileri ona çarpıp tekrar etrafa dökülüyor ve yeniden onlara bakıyordu. Bir kez daha birleştirebilmek için.

Sakin kalp atışlarını sayardı. Yanında olmasa da hissederdi her bir atışını. Ama şimdi... Hiçbir şey duyamıyordu. Kulakları sağırlaşmış, gözleri tek bir yazıya felçlenmişti. Felçlerin en kötüsü onu bulmuştu. Başkaları tepeden tırnağa tüm bedenini felce verirken Şehnaz bedeninden önce ruhunu kaptırmıştı kötü hâle. Kalbinin de attığını hissetmedi. Ne bedeninde ne ruhunda.

Sağ göğsü karıncalandı. Bedir'in solu sağını tekmelerken tek yapabildiği şey bencilce altına sığınıp kollarıyla sımsıkı onu sarmaktı. Kolları yeterli olmuş muydu? Sırtına gelen kurşunu engelleyebilmiş miydi? Hiçbir şeyi engellediği yoktu. Gözlerinin önünden ailesinin masadan uçuşunu tek tek izleyip engel olmadığı gibi hayatta dördüncü kişisi olan adamın da soyadına bulaşmasını engelleyememişti. Hayır, o bulaşmamıştı. Soyadı ona bulaşmıştı.

Bana ait olmayan kanlar içime dolup damarlarımın yerlisi olan kanımı kolayca alt edip yerleşke kuruyordu tüm bedenimde. Kendi kanımda boğulduğum yetmiyormuş gibi başkasının kanlarına da batıyordum.

Parmaklarının ucu karıncalandı, sağ göğsüne dokunmak istercesine. Kalbi sol tarafında olsa da o sağı hissetmek istiyordu.

Gecesinin kalbi sağına dokunmuştu.

Buğulu cam kapının iki yana kayıp açılmasıyla doktorla burun buruna geldi. Şehnaz saatlerdir baktığı yazıdan gözlerini yavaşça doktorun gözlerine indirdi. Gören boş baktığını rahatlıkla söyleyebilirdi. Lakin o boş bakışlarının da bir doluluğu vardı. Gözlerini dışarı değil de içinde eritiyordu. Eritiyor, eritiyor, tekrar akıtmak için yeniden bir araya topluyordu. Kimsenin göremediği yaşları bitmezdi Şehnaz'ın. O gülerken dahi bir yandan da yaşlarıyla kalbindeki mezar taşlarıyla sarılı toprağı suluyordu.

Kalabalık Şehnaz'ın arkasına, yanına doluştuğunda gözlerini yazıya bakarmışçasına doktorun kısık mavi gözlerinden ayırmadı. "Oğlum nasıl?" Kenan'ın harap sesi diğerlerini daha da çökertirken Şehnaz ne sorduğunu algılayamadı bile.

"Oğlum nasıl doktor? İyi, değil mi? İyi olacak?" Mücella'nın ağzına dolan tuzlu yaşların kokusu dalgaların kayalara vurup da kokusunu insanların üstüne sindirmesi gibiydi. Şehnaz onu da algılayamadı. Bir sürü ses çıktı. Doktorla Şehnaz arasına buzdan bariyerler koyan seslerdi. Şehnaz bu sesler yüzünden anlamayabilirdi de takip edeceği sözleri. Belki doktorun söylediklerini istese de algılayamazdı.

"Kurşunu çıkardık. Fakat kurşun vücutta fazla traje oldu. Omuriliği aşıp kalbe çok yakın bir noktaya ulaştı. Kalbi saran birçok doku hasar gördü, buraya getirilmeden iç kanaması da başlamış. Merak etmeyin kanamayı durdurduk ama hem iç hem dışta büyük bir kan kaybı yaşandı. Yeterli miktarda kan temin etmeye çalışacağız ama sizin de kanlarınıza ihtiyacımız olacak."

Sonunda birinin söylediklerini algılayabilmişti. Ama o kadar kelime içinde sadece Bedir'in durumunun kötü oluşu kazandı tüm benliğine. "Oğlumun durumu kötü mü doktor?" diye tısladı Mücella. Kenan kolunu karısının çökmüş omuzlarına sardığında ayakta duramayacak vaziyete geldi.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin