42-Pamuk

4.9K 275 144
                                    

 Bedir ÖZÜKAN

Kısık gözlerimle önümdeki büyük sehpanın üzerine konmuş mavi taşların donattığı vazoyu talan ettim. Biraz daha vazoya bakmaya devam edersem ateşimden çatlayacağına emindim. Gözlerimi daha güzel bir aksesuara çevirdim.

Minikşe.

Çenesini büzmüş, ifadeden zerre kırıntı kalmamış gözleriyle Hülya'ya bakıyordu.

Hülya.

Bakışlarımı dinginliğimden alıp son zamanlarda beni fazlasıyla hayal kırıklığına uğratan küçük kız kardeşime çevirdim. Tekli koltukta hepimize bakacak şekilde oturmuş, başını eğdiği için sarı saçları yüzünü örtmüştü. Ellerini kırmızı elbisesinin üzerinde yumruk yapmıştı, titremesini omuzlarından görebiliyordum. Gözlerimi daha da kıstım. Bacağımı indirip diğer bacağımı üzerine atarken annemin sesini duydum. "Hülyacığım tüm bunların açıklaması nedir?"

Annemin yumuşak sesine alayla gülümsedim. Benim bağırışlarıma kızını hazırlamaya çalışıyordu. "Bırak da bunu kızımıza ağabeyi sorsun hayatım. Bu üçü arasında bir mevzu." Babam ellerini göğsünde birleştirmiş, gözünü kırpmadan Hülya'ya bakıyordu. Her zaman ifadesini koruyabilse de Hülya'ya karşı olan yakıcı öfkesini oturduğum yerden hissedebiliyordum. Annemin ters bakışları babamı bulduğunda yavaşça dizlerime abanıp ellerimi önümde birbirine çarpmaya başladım. Bu sessizlik biraz daha devam ederse birbirine çarpan avuç içlerimin arasına Hülya'nın sarı kafasını yerleştirecektim.

"Titremek yerine konuşmaya ne zaman başlayacaksın Hülya?" Konuşmamın ardından yutkunuşunu duydum. Korkunun adım adım hücrelerine yerleştiğini fazlasıyla gözlerime yerleştiriyordu. Tekli koltukta küçücük kalmış, çiftlik halkıyla göz teması kurmamakta ısrarcıydı. "Cevap ver!"

Bağırmamın ardından Hülya kadar Şehnaz da irkilmişti. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanıp bal kahvesi gözlerini gözlerimle buluşturdu. Hülya'nın kalkıştığı saçmalıktan dolayı Minikşemi dahi korkutuyordum. Ona sakince baktım ama o daha da huzursuzlanmış gibi avuç içlerini beyaz pantolonuna sürtmeye başladı. Onu sakinleştirmek için içimde sabırsızlıklar belirmeye başladı.

Kulağıma gelen ince hıçkırıklarla gözlerimi Şehnaz'dan alıp Hülya'ya çevirdim. Başını kaldırmış, buğulu mavi gözlerini gözlerime daldırdı. Kızarmış yüzüne ve terleyen alnına sarı tutamları yapışmıştı. Gözlerini gözlerimden çekip hemen yanıma kaydırdı. Göz ucuyla yanımda oturan Yağız'a baktım. Benim baktığım vazoya şimdi de o bakıyordu. Belki de vazonun mavi taşlarını Hülya'nın gözlerine benzetiyordu. Vazoya bakmak Hülya'ya bakmaktan daha kolaydı. Hülya'nın gözleri yeniden bana kaydığında sabrımın iyice taşmakta olduğunu anladım. "Çok gitmeyin üzerine. Bunu daha sakin bir zamanda konuşuruz." Annemin her kelimesi tenimde neden iticileşiyordu? Beni kendinden iyice soğuttuğunun farkında değildi veya farkındaydı da inadına yapıyordu.

"Bundan daha sakin bir zaman var mı anne? Bak ne kadar sakinim." Güldüm. Gerçekten kendimi inanılmaz sakin hissediyordum. Patlamadan önceki sakinliğimdi.

"Ağabey ben..."

"Sen, evet. Fahişelerle iş çeviren kız kardeşim Hülya."

Hülya'nın mavi gözleri irice açılırken Yağız yanımda rahatsızca kıpırdandı. "Bu ortamda daha fazla kalmak istemiyorum." Yağız ayağa kalkarken hafifçe bileğini sıktım. Gözlerini bir kez kırpıştırıp başını salladı ve kapıya yöneldi.

"Yağız," dedi Hülya yaşlarını yanaklarından salıverirken. Yağız ona bir kez olsun bakmadan salondan çıktığında Süreyya yengem de peşinden çıktı. Aydız, ağabeyinin sarsıntısına karşın dudağını sinirle ısırmakla yetinmişti. Ben olmasaydım Hülya'yı kendisinin halledeceğinden hiç şüphem yoktu. Gerçi buraya gelmeden onu iyice ellerinin arasına almıştı. Tâbii kızılı da! "Ben bir şey yapmadım, yemin ederim ki ağabey!"

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Where stories live. Discover now