çünkü ben, köprülere şehir kurmam

741 77 11
                                    



Önceki Bölümden;

Bakışları tabağındaki domatesin üzerinde sabitti. Bir sorun görünmüyordu fakat aynı zamanda çok büyük bir sorun varmış gibiydi. Sesli bir nefes verdikten sonra gözlerime bakarak konuştu.

"Bana Mars kadar uzak ama domates kadar yakınsın Sehun. Keşke bu mesafeden emin olabilsem."


Yeni Bölüm;

Yeni Bölüm;

Oops! Ang larawang ito ay hindi sumusunod sa aming mga alituntunin sa nilalaman. Upang magpatuloy sa pag-publish, subukan itong alisin o mag-upload ng bago.


Gel.
Bulutlara üfleyeceğim,
korkma diye sökeceğim uzayı ait olduğu yerden,
gökyüzüne mor perdeler,
dilime tamamlanmış cümleler asacağım
Gel.
Kapatıyorum gözlerimi
utanma diye bakmayacağım,
                     söz.
Gel.

-

Sessizce yüzümde dinlenebileceği bir nokta arayan gözlerine bakarken verecek bir cevabım olup olmadığını sorguladım.

Yoktu.

Mars kadar uzak, domates kadar yakın.

Gülümsedim. Anlam veremeyerek yüzüme bakmayı sürdürürken yine göz altlarına dokunmayı istiyordum.

"Neden bu mesafeden emin olmak istiyorsun?" dedim az çok düşüncelerini tahmin ederek. Birkaç saniye duraksadı.

"Çünkü o zaman ne kadar yolum olduğunu bilir ve sana korkmadan gelebilirim."

Düşündüğüm gibiydi. İnsanlar yeryüzünde yaşayan en korkak canlılardı. Yola çıkmadan önce kırk kez plan yapar ve kırk bir kez o planı bozarlardı. Oysa, bir yerden varını yoğunu yanına alıp geri dönmemek üzere yola çıktığında engeller, duvarlar düşünülen; plan yapmak ise ihtiyaç duyulan son şeydi. İnsanlar her zaman kendilerine geri dönüş payı ayırıyordu.

"Fakat Jongin, kısa ve kolay yollardan bir insana gelmek, o insandan gitmeyi de kolay kılar." dedim. Dikkatle beni dinlemesinin ardından ekledim.

"Uzun ve zorlu yollardan geçerek geldiğin bir yerden dönmesi de zor olur. O zaman şöyle düşünürsün; uğruna tüm bu engellerle dolu yolu aştığım yerden geri dönmek niye?"

Uzun uzun bakmayı sürdürdü. Bahsi geçen engelleri olan, mesafeli, zorlu yollardan geçiyordu sanki kelebeğin gözleri. Sustu.

Sustu.

Sustu.

Yalnızca gözlerimin içine bakarak geçirdiği bir dakikanın ardından başını hafifçe sağa yatırdı ve duymayı isteyip istemediğimden emin olmadığım o iki cümleyi kurdu.

"Tarifi güç fakat farklı hissettiriyorsun Sehun. Sende olan bu şey sadece ilgimi değil, beni de kendine çekiyor. Doğru mu yapıyorum bilmiyorum."

Jongin'in ilgimi çektiği kadar benim de onun ilgisini çekebilmiş olmam garip bir heyecan hissettirse de bu cümleler çoğunlukla canımı sıkmıştı. Huysuz zihnimin hangi harfe, hangi virgüle takıldığını bilmiyordum fakat duyduklarım henüz kusursuz bir heyecanı yaşatacak kadar güven içermeyen cümlelerdi.

"Kendinden emin olmayan bir kalp çok tehlikelidir. Tahta köprü üzerine şehir kurmak gibi, her rüzgarda deprem yaşama korkusuyla. Ben artık o köprüye çadır kurmaya bile korkarım."

Nefeslenip biraz duraksadım.

"Yani demem o ki Jongin; doğru yaptığından emin olduğunda buluşalım tahta köprüde."

"Yanımıza paraşüt alırız huh?" dedi sohbetin derinliğinden sıyrılabilmemiz için. Demek istediklerimi çok iyi anlamış olduğunu düşünüyordum, böyle olmasa aynı şekilde konuşmaya devam ederdi muhtemelen.

"Daha önce denedin mi?" diyerek konuyu dağıtma girişiminde bulundum. Böyle şeylerde kesinlikle iyi sayılmazdım. Konuşmak başlı başına içinden çıkılmaz bilmem kaç bilinmeyenli bir denklemken, konuşmayı yönlendirmek, yönetmek denklemlerin altında ezilmem demekti. Yine de Jongin ile konuşurken bunu pek dert ettiğim söylenemezdi. Beni anlamak için sarf ettiği çaba hoşuma gidiyor, kulaklarımın ardında yer edinmiş bir hayaleti besliyordu.

"Hayır."

Cevabını duyduktan sonra ayaklandım ve kahvaltı masasını toparlamaya başlarken konuştum. Biraz şaşkın, biraz emin olmaya çalışır gözlerle bana bakakalmıştı.

"Desene ikimizin de ilk deneyimi olacak."

-

Vakit öğleden sonrayı biraz geçmiş, güneş karanlığı yeryüzüne çivilemeden hemen önce.

Çift kişilik bir paraşütün arka kısmında önümdeki bedenin varlığından cesaret alarak gökyüzüne bakıyorum. Uçuyorum.
Uçuyoruz.
Buraya ne zaman, nasıl, neden geldik. Gökyüzü şaşkın, gökyüzü korkmuş.
Özgürlüğün timsali korkmuş.
Özgürlük korkmuş
Biz korkmuşuz.

Rüzgar tenimizin tadına bakarken Jongin'in yüzüme doğru savrulan saçlarının ardında yanmışım, erimişim, yok olmuşum gibi bir an. Arzuladığım yok oluşun benden kilometrelerce uzak olmasına rağmen tadına bakmışım gibi bir memnuniyet.

Gökyüzü üstümüzde bir örtü, Jongin'in omuzları yastığım. Paraşütün kontrolünü onun ellerine devredip başımı omuzlarının arka cephesine yaslarken tedirginim. O da öyle. Aşağıda gürültülü döngüsünü tamamlamak üzere olan şehir duruyor. Buradaki, şu şehirdeki, öteki şehirdeki, o ülkedeki veya bu gezegendeki vaktim dolmuş olabilir, benliğimi galaksilerden sallandırma vaktim gelmiş olabilirdi. -ebilir, -abilir veya -bilir'di her şey; pekii ya ben nereye git-ebilir, kaç-abilir, sığın-abilirdim?

Cevap yok. Yine de ayaklarımızın altında kayıp giden şehrin her kaldırımına lanet okumaya ara vermeyi seçiyorum. Aslında söylenecek çok şey, anlatılacak çok acı, yeni tanımlar yaratacak çok kelime var bu an için. Fakat susuyorum.
Susuyoruz.
Heyecanını hissedebiliyorum.
Kelebek, uçuyor.
Kelebek ait olduğu yerde.

-

İyi okumalar dilerim. Sizin için kocaman sevgiler bıraktım buraya.

-mars.



Oops! Ang larawang ito ay hindi sumusunod sa aming mga alituntunin sa nilalaman. Upang magpatuloy sa pag-publish, subukan itong alisin o mag-upload ng bago.
HURT//SekaiTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon