17. Bölüm = Görmemelisin...

237 107 103
                                    

Geç gelen bölümler için beni affedin, güzel yürekli okuyucularım....

~Çünkü O, her şeyi tam yapardı. Sahteydi belki gülüşleri ama en çetrefillisinden gerçekti acıları...~

                                        ~Sizleri seven Kalp Hediyem...~

~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡~♡

Ve Ahu yirmi beşinde gitmişti...

Buda mı tesadüftü?

Yoksa kaderin tuhaf oyunlarından biri miydi?

Arkamı döndüm ve Yiğit'in gözlerine baktım. Hüzün, keder, acı, hasret, özlem...

Ben hiç bir şey söylemedim. Sadece bu adamın ne kadar da güzel sevdiğini seyrettim. Sanki Ahu gideli yıllar olmamıştı. Daha bir kaç gün geçmişti Yiğit'in, Ahu'yu sabırla  beklediği zaman diliminden... Dedim ya! Öyle de vefalı seviyor diye...

Gözlerini tekrar elindeki taşlara indirdi. Baktı, baktı, baktı... Taşlardan medet umuyordu sanki... 'Yirmi beşinde gitti, yirmi beşinde gelecek...' dermiş gibi.

O'nu böyle görünce içimde bir yerler incindi. O benim üzülmi istemiyordu ya! Ben de O'nun üzülmesini istemiyordum. Çünkü O, her şeyi tam yapardı. Sahteydi belki gülüşleri ama en çetrefillisinden gerçekti acıları... Yalandı mutluluk pozları ama, öyle bir acı çekişi vardı ki, kimse taklit dahi edemezdi...

O güzel şeyleri yaşayamazdı. Yaşamayı beceremezdi. Bilmezdi ki, güzel duyguların ne demek olduğunu. Bir tek acıyı öğrenmişti hayatı boyunca, en iyi acıyı bilir, tanırdı... Kederdi, acıydı, hüzündü O'nun diğer bir adı.

Dakikalar birbirini kovalarken Yiğit'den hiç ses çıkmadı. Donmuş kalmıştı. Gözlerini dahi hareket ettirmeden taşlara bakıyordu. Biliyordum, o an nefes bile almazdı isteseydi.

"Yiğit..." dedim usulca. Bakmadı bile.

Bir daha tekrar ettim adını, "Yiğit?" O an ben yoktum sanki. O'nun için zaman durmuştu...

"Yiğit, hadi eve gidelim." İşaret parmağımla hafifçe koluna dokundum. Yine hiç bir tepki vermedi.

Birbirini kovalayan dakikalara inat, hareket bile etmedi. Yanımızdan geçen insanlar bize tuhaf tuhaf bakmaya başlamıştı. Zayıf bir kadın tam karşımızda durdu bir, "Şu deliye bak, gencecik daha. Allah sabır versin kızım." dedi, acıyan gözleri benim ve Yiğit'in üzerinde gidip gelirken.

"O deli değil! Sen fazla basitsin!" Kadına kaşlarımı çatarak bakmaya başladım.

Kadın sol elini ağzına kapattı ve bir kaç kere "Vah, vah!" dedi. Ben ne olduğunu anlayamadan, "İkisi de deliymiş bunların. Allah şifa versin ah benim garibanlarım." dedi daha  sonra, başını sağa sola sallaya sallaya, vahlaya vahlaya yanımızdan geçip gitti.

Gözden kaybolana kadar, kadının sırtına bakmaya devam ettim. Bize deli diyenin gram aklı yoktu kesin! Tekrar Yiğit'in eline baktım, "Bak gördün mü, dışarıdan deliye benziyormuşuz. Eve gidelim artık, haydi..."

Susup, gözlerimi Yiğit'in suratına kaldırdım. Tam o an gözlerim asılı kaldı, sağ gözünden inen bir damla gözyaşında....

"Deli dediler diye mi üzüldün yoksa?..." Neden üzüldüğünü biliyordum. Biliyordum lakin yüreği güzel adamı nasıl teselli edeceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Sonra aklıma sevmediği fındık geldi. Kesin cevap verirdi. Cevap vermez uyarırdı daha doğrusu. 'Ben fındık sevmem!'

Kelebeğin Son DüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin