Bölüm 15 "Tüm ordular benim peşimde..."

2.3K 159 67
                                    


Aradan geçen on günün sonunda cücelerin kalesinden ayrılmış, geldiğimiz yöne tamamen zıt bir şekilde ilerliyorduk. Amacımız hala kâhinin söylediği yeri bulmaktı.

Güneşin aya küstüğü yeri arıyorduk.

Kayıtlarda tabii ki böyle bir yer yoktu. Bu bilginin bir bilmece olduğundan şüpheleniyorduk. Hepimiz kafa kafaya versek de sadece iki buçuk beyin ile bu cümledeki anlamı çözememiştik. İki buçuk beyin koyabiliyorduk beyin fırtınalarımıza çünkü cücelerde beyin yoktu ve Enîalis'teki de yarımdı. Sonuç olarak en son yakınlardaki köyleri gezip diğer kâhinlere sorma kararı almıştık.

Cüceler, para avcısı sahtekâr bir kahine denk gelip kandırılacağımızı düşünüyordu. Elfler ise en azından birkaç bilginin bile bize yeteceğini kanaatindeydi. Bense bu konuda düşünmüyordum. Tek düşündüğüm bilmece olduğunu tahmin ettiğimiz cümleydi. Köy köy dolaşırken bir yandan da savaş derslerime devam ediyordum. Her gün belirli bir saati bir tanesine dayanarak geçiriyordum. Ve her günü, toprağın üzerine serilmiş kumaşın üstünde yatarak ve yanımda ateş çıtırdamasına rağmen üşüyerek her tarafım ağrırken bitiriyordum.

Üstelik bu derslere bir de at binme dersleri eklenmişti. Henüz hala üzerinde salınacak kadar iyi bir binici değildim bu yüzden yanımızda daima iplerinden tutan biri oluyordu. Ama çok yakında tek başıma binebilecektim.

Şimdi yaktığımızın ateşin ışığı yüzümde oynaşırken ilk at binme dersimi hatırlamıştım.

At ile ilk yakınlaşmamızın ertesi gününün sabahıydı. Kaleden ayrılmadan birkaç saat öncesiydi. Hocam o zamanlar Enîalis'di. Sonrasında değişmişti, onun yerini Aramil almıştı. Şikâyetçi miydim, hayır! En azından at daha sakindi.

O gün, sadece derste olsa ilk defa bir ata yalnız binebileceğim için heyecanlıydım. Benim aksimeyse at, gergindi. Sanırım acemiliğimin ona bir şekilde zarar vereceğini düşünüyordu. Siyah saçlı yakışıklı Elf, durmadan bana bir şeyler anlatıyordu. Oysa ben onu dinlemek yerine atın yelelerini okşuyordum. Bunu atın gerginliğini azaltmak ve heyecanımı dizginlemek için yapıyordum. Pek yararı olmuyordu ama yine de ilk takım çalışmamızı hiçbir aksilik olmadan yapmak istiyordum.

Şu an bunları örümcek görseydi ne yapar ne düşünürdü acaba? Ona hiçbir zaman bu kadar yakın davranmamıştım. Bunun başlıca sebebi çok korkunç bir hayvan olmasıydı. Özellikle de kocaman bir örümceğe dönüşmesi korkumu tetikliyordu.

Elf, atların nasıl doğduğu gibi saçma ve gereksiz bir konuyu anlatırken elimi kaldırıp onu durdurmuş ve örümceği sormuştum. Aldığım cevap onun buralarda bir yerlerde olduğuydu. Bana görünmek istemediğini düşünüyordu ağabeyim. Ondan korktuğum için bana fazla yaklaşmayıp uzaktan izliyordu. Bu davranışı beni kötü hissettirmişti. Ama sadece birazcık.

Eğitime devam etmeye başladığımızda bana ata çıkmamı söylemişti. Çıkamayınca da eğilip ellerini birine kenetlemişti. Onun benim için kenetlediği ellerine basmış o da beni hızla yukarıya fırlatırken ata rahatça binmiştim. Eğer hızla atın boynuna sarılmasaydım bu hızla diğer taraftan düşmüş olurdum. Ardından başarılı bir şekilde binişimin verdiği gururla oturmuş gelecek komutları beklemiştim.

Enîalis, bana bakıp kaşlarını çatmıştı.

"Mal mal duracağına dizginleri eline alsana."

Kavga çıkarmamak için sabır dilenip kahverengi dizginleri elime almıştım.

"Gevşek tutuyorsun. At şahlanıp ileriye atıldığında düşmek mi istiyorsun?"

Bakınca gerçekten de gevşek tuttuğumu anlamıştım. Ona hak vererek biraz daha sıkı tuttum dizginleri. Bu sefer attan bir haykırış yükseldi. Enîalis, gözlerini kapatıp yeniden açtı, sanki sakinleşmeye çalışır gibiydi. Neyi yanlış yapıyordum yine?

Elf İmparatorluğu; Kusurlu TopraklarWhere stories live. Discover now