48-Çiçek

4.6K 260 108
                                    

Şafağın doğumu sanki gökte değil de odamda doğuyordu. Grimsi hava her bir zerreme yağmur suyu gibi damlamıştı fakat o yağan yağmurun huzurunu içime serpememişti. Boşluk hissim geri dönmüştü. Boşluğumdaki sonsuz kaybım yeniden başlamıştı. Canlı ruhumun içinde parçalanan ruhsuzluğum kendini toparlayıp yeniden meydana çıkmıştı. Seziyordum yeniden bir şeyler olacağını. Bunu önceden de hissetmiştim ve karşıma annem çıkmıştı.

Benim görüp de Bedir'in göremediği annem. Gözlerim bu kadar yanılıyor olabilir miydi? Karşımda gerçek gibi duran annemi nasıl hayal zannedebilirdim ki? Annemdi o. Belki şu an nefes almıyordu ama oradaydı. O gerçekti. O anlık.

Kapım sessizce açıldığında yorgunluktan ağırlaşmış gözlerimi oraya kaydırdım. Saat sabahın beşiydi ve gecemin sahibi odama gelmişti. Emin adımlarla yanıma gelip yatağıma kurulduğunda boş boş ona baktım. O ise boş bakışlarımı alıp içlerine anlam yüklercesine bakıyordu. "Neden uyumadın?" diye sordum fısıltıyla. Odada bizden başkası yoktu. Ama kelimelerimin bağıracak gücü de yoktu.

"Badem gözlerin açık kalacak ve ben yatağımda uyuyacağım? Neden uyumadım acaba?"

Gözlerimi kucağımdaki parmaklarıma düşürdüm. Aşağı bakmak daha rahat geliyordu uykusuzluğuma. "Uyumamak için bir nedenin yok," deyip fısıltımı sürdürdüm.

"Başlı başına bir neden olduğunu unutma."

Bakışlarımı yeniden yüzüne kaldırdım. Benim aksime canlı görünüyordu. Grinin loşluğunu dahi ağırlayabilecek kadar zarifti. Birkaç saniye başımı omuzlarıma gömüp yeniden serbest bıraktım. "Evet, büyük bir nedenim. Her şeye." Sıcak parmak uçlarını ölü ellerime değdirip avuçlarının içine gömdü. "Avuçlarının içine tamamen girebilsem keşke. Sen dışında bana uzanan hiç kimse olmasa. Ruhumu kapladığın gibi bedenimi de bütünüyle kaplasan. Ne birini görecek gözüm var ne de hissedebilecek gücüm."

Fısıltım hâlâ devam ediyordu. Dizini kırıp yanıma daha da sokuldu. "Öyle değil mi zaten? Sen sadece bana nedensin Şehnaz. En büyük nedenimsin." Avucunu minicik aralayıp ellerinin arasından görünen tenimi dudaklarına götürdü.

"Git." Dudaklarımdan dökülen kelime odamda aydınlanacak olan günü çürütüp karanlığa gömdü. Dudaklarını hâlâ elimden çekmemişti. Gözleri ise boynumda bir yerdeydi. Avucunu tekrar sonuna kadar yumup kucağıma bıraktı.

"Git dediğin an benim yapacağım tek şey gitmemek olur." Üzerime abanıp başını göğsüme yasladığında ruhum üzerine çöktü. Git dediğim hâlde gitmeyen bir adama sahiptim. Onu hak etmediğim düşüncesi yeniden kafesimde sesini duyurdu. "Git diyorsun ama gitme dercesine çığlıkların kulaklarımı deliyor. Alışkanlığımsın. Kader beni sana öyle bir bağlamış ki çözmeye gücüm yetmez. Dilim yetmez, kalbim yetmez. Ne kadar tuhaftır ki Minikşede tutuklu kaldım." Yumuşak saçları çenemi okşarken gözlerim boşluğa daldı. Parmaklarım bana sormadan siyah tutamlarına iliştiğinde saçları tüy misali tek tek kalbime kondu. Ona dokunmak güzeldi. Düşüncelerimle her seferinde yerle bir olsam da gözlerim onu görünce iyileşiyordu. Parmaklarım ona dokununca güçleniyordu. En önemlisi ruhu ruhuma değiyordu.

"Annemi gördüm."

"Görmedin. Hissettin." İnanmamaya devam ediyordu.

"Yalan söylemiyorum." Gerçeği söylediğim hâlde reddetmesi kırıcıydı.

"Yalancı değilsin. Sadece görmek istediğin şeye inanıyorsun."

Kaşlarımı boşluğa çattım. "Her zaman mı?" diye sordum boğazımdaki düğümü yok sayarak. "Her zaman görmek istediğim şeylere mi inanıyorum Bedir? Öyleyse neden her zaman annem demiyorum? Neden babam ve ablamı anmıyorum?" Onlar aklımdan çıkmazken neden dilimle varlıklarını ortaya dökemiyordum? Gördüğüm şey hayal değildi.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin