Perdesi açık penceremden üzerime doğan güneşle gözlerimi açtım. Bi süre tavanı izledikten sonra kendimi çok boş hissetmeye başladım. Tuhaf bi his vardı içimde. Ne olduğunu adlandıramadığım bi his. Daha önce hiç böyle garip hissetmemiştim. Ne mutluluk ne üzüntü ne acıdan bi iz vardı yüreğimde. Hissiz bomboştum. Koca bi hiç. Göz önüne getirdiğim de yaşadıklarımı ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Tabiri yerindeyse her duyguyu aynı anda yaşamalıydım. Ağlanacak halime ısrarla gülüyordum. Oturup adam akıllı acımı bile çekemiyordum. Korkmak.... Yok hayır değil korkmak bu. Bu sadece kaderin insana küsmesi. İnsanınsa bunu kabullenmesi. Içinde hiç bi umut barındırmayan bi kızın aciz sevgisi.
Kaçmıyorum. Kaçmadım da acılarımdan. Sadece bunun sınırını aştığımı düşündüm. Olmuyorsa vazgeçmeliydim demi. Normal insanlar gibi hayatıma devam etmeliydim. Yani normal insanlar öyle yapıyordu. Nerde görülmüş bi insanın birini sonsuza kadar beklediği ? Ve ya kim demiş bir seven bir daha sevemez diye. Seviyor... Bir seven bir daha sevebiliyor. Bir başkasını sevmeyi yüreği kaldırıyor. Yani kaldırabiliyormuş. Bunu yapabiliyormuş bazı insanlar. Ben yapamadığımdan diğer insanlara duyduğum hayret.
Nasıl sevebilirim bir başkasını yüreğim onda çarparken? Koku alan burnum utanmaz mı başkasının kokusunu aldığında? Renklerin en güzeli onun gözlerinde canlanırken kapanmaz mı başka gözlere bakan gözlerim ? Ellerim teninin sıcaklığını ararken bir başka tende nasıl olur da hayat bulur hücrelerim? Kuş cıvıltılarının ses verdiği en kaba haliyle bile yüreğimi titreten sesini aramaz mıyım bir başka dilde ?
Başkalaşmış hareketlerim. Benzemişim bir kez Ona. Bu kadar kolay mı benzemek tekrar bir başkasına.
Kendi düşüncelerimle cebelleşirken odamın kapısının çalınmasıyla irkildim. Kapıyı tıklatma nezaketini gösterdiğine göre kesin Semih ti bu Cem den böyle bi insanlık göstergesini bekleyemezdim.
Kapı açıldığında şaşkınlığımı gizleyemedim. Içeriye okuldan bi kaç hocam girdiğinde yatağımdan kalkarak selamlaştık. Onları odamda ağırlamak gibi bi planım yoktu.
"Buyrun oturma odasına geçelim "
Hepsini önüme katıp oturma odasına geçtim. Içlerinden farmakoloji (tıbbi ilaç bilgisi) dersinin öğretmeni hafif tebessümle konuşmaya başladı.
"Başına gelenleri duyduk Öykücüm. Öncelikle çok geçmiş olsun. "
"Teşekkür ederim. Saolun " dedim. Sonra sözüne kaldığı yerden devam etmeye başladı.
"Ağır hadiseler atlatmışsın. Senin adına çok üzüldük. Okulda ki diğer öğretmenlerin ve arkadaşların sana geçmiş olsun dileklerini iletmemizi istediler. "
Dedikten sonra duraksadı. Birsey söylemek istiyor ama lafa nasıl gireceğini bilemiyor gibiydi. Zorlandığını titreyen ellerinden ve her zaman yaptığı gibi sağ kolunda ki bilekliği ile oynamasından anlayabiliyordum. Onun Zorlandığını anlayan Temel Sağlık Bilgisi öğretmenim onun yerine söze girdi.
"Duyduğumuza göre gasp a uğraşmışsın Öykücüm. "
Sanırım Semih Cem in belalılarından bahsetmek yerine okuldakilere böyle demişti. Bozuntuya vermedim.
"Evet doğru. Talihsiz bir olay " dedim hafif umursamaz bi edayla. Bu umursamazlığıma şaşırsalarda bu konu hakkında daha fazla yorum yapmak istemediler. Zaten bende duymak istemiyordum . O sırada kapıdan içeriye Cem in girmesiyle herkesin gözü kapıya çevrildi. Cem i gördüklerine şaşırmışlardı. Içlerinden en sevdiğim öğretmenim olan Yaşam Desteği dersinin öğretmeni Cem bakarak konuştu.
"Cem ? Senin ne işin var burda ?
Cem vakit kaybetmeden cevap verdi. Böyle de bi huyu vardı."Nasıl ne işim var ? Işim var ki geldim burdayım "
YOU ARE READING
Aşk Ölümsüzlüktür
Teen FictionHayatında bir defa bile gercekten sevilmemiş olan genç kızı sevebilecek tek bi kişi vardı. Varlığını ısrarla yok eden Cem Göksoy. O ne kadar bitirdiğini düşünsede karşısında küllerinden doğan bi genç kız vardı. Ve fısıldadı kulağıma; "Ben seni yak...