51-Döküntü

4.2K 248 76
                                    

Nefesimi dizginleyip omuzlarımı dikleştirdim. Elimdeki tepsiye dik dik bakıp, ''Evliliğimizin ilk sabahı olmayabilir fakat kendimi affettirme çabası olacak güzel bir görüntü,'' dedim süslenmiş kahvaltı tabaklarına gülümseyerek. Minik kahvaltılıkların etrafına Gülizar babaannenin güllerinden aşırıp etrafına serpiştirmiştim. Birazcık parlasın diye Hülya'nın odasındaki renkli simlerden de almıştım. Şimdilik haberleri olmasa da olurdu. Ayrıca Gülizar babaanne güllerine dokunduğumu öğrense beni çiftliğin yedi kat dibine gömeceğinden şüphem yoktu. Yaşlı kadının güllerine dokunmadığım hâlde beni öldürecek kıvama gelmişti bir ara. Şimdi ise gözünün nurlarını gerçekten kopardığımı, dallarını mutfaktaki çöp kutusuna attığımı, güllerin yapraklarını bin parçaya böldüğümü görse... Başımı iki yana salladım. Görmese daha iyi olurdu.

Kapının önüne vardığımda içerideki soğukluğu kapının eşiğinden hissettim. Düşünmemeye çalışıp hevesimi kırmadım ve ayağımla kapıya vurup bekledim. Herhangi bir ses işitemedim. Kahvaltı tepsisini tek elime dikkatle yerleştirip bu defa parmaklarımla kapıda tok sesler bırakarak içerideki soğuk sessizliği dinledim. Dudaklarımı birleştirip yukarı kaldırdım. Beklediğim üzere sesin gelmeyeceğini anlamıştım.

Heyecanlı nefesimi kontrol altına alıp kapı tokmağını çevirdim. Kapıyı dirsek genişliği kadar aralayıp başımı aralıktan içeri uzattım ve odanın boş olduğunu görünce omuzlarım ufak bir çöküşe girmişti ki banyodan gelen su sesiyle kendimi toparlayıp sırıtarak odaya girdim. Duş alıyor olmalıydı. Ortadaki büyük yatağa doğru ilerlerken su sesinin durduğunu duydum. Bedir banyodan çıkmadan elimdeki tepsiyi yatağa yerleştirip ortadan kaybolmam gerekiyordu. Bugünlerde beni görecek gözü yoktu. Yatağın yanına vardığımda bakışlarım camı tıklatan yağmur damlalarına kaydı. Eylül ayı sonbaharı başlatmış, diğer mevsimlere yer açmak için sırasını kullanıp yıl içindeki zamanını dolduruyordu.

Kapının açılmasıyla elimdeki tepsiyle yerimde hafifçe sektim. Yağmura dalacak zaman mıydı Şehnaz? Parmaklarımı gümüş kaplı tepsinin çıkıntılı kenarlarına sıkıca bastırıp bir süre sırtım dönük kaldım gecemin sahibine. Alt dudağımı ağzımın içine alıp dişlerimle kafesledim. Sırtımdaki sert bakışlar tenimin altından organlarımın üzerine sızıp kısa süreli felç yaşattı. Onun için hazırladığım kahvaltıyı görünce belki yumuşardı. Soluklarımı sessize alıp heyecanımı sakinleştirdim. Gülümseyerek arkamı döndüğümde az önceki felcim sadece iç organlarıma değil, dış organlarımı da kapladığını hissettim. Gülümsemem yüzümde çarpık bir şekilde asılırken gözlerime hakim olamadım. Belinin kıvrımlarında zorlukla tutunan havluya gözlerimi kırpıştırarak baktım. Zavallı havlu... Kim bilir o belden kopmamak için nasıl da direniyordu. Hele göğüslerinden aşağı kayan su damlacıklarına ne demeliydi? Acı çeke çeke yere doğru süzülüyorlardı. Tek mutlu oldukları konu ona değmekti. Sonunda zemine damlayıp ölümün kutsal büyüsüne onun için katılıyorlardı.

Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde aptalca sırıttım, ifadesiz incilerine rağmen. Gülümsemeye devam edip elimdeki tepsiyi neşeyle havaya kaldırdım. ''Kahvaltı hazırladım. Saat öğlene geliyor, acıkmışsındır.'' İçimdeki çocuksu heyecana bir anlam veremedim. Küçük, suçlu kızlar gibi hissediyordum kendimi. Tatlılığıyla anne babasını etkileyen... Bende onu. Çünkü bir tek o vardı.

Kaşları çatıldı. Çıplak ayaklarıyla bana doğru adımlamaya başladığında yüzümdeki gülümsemeyi bitirmedim. Aksine daha da genişlettim. Ama tuhaftır ki o bana attığı her adımında ben de yörüngemi değiştirip geriye doğru adımladım. Yataktan uzaklaştım. Sırtım nereye gidiyordu, bilmiyordum. Gözlerim bana gelen bedenindeydi. Kendimi kapının eşiğinde buldum. Durdu, durdum. Aramızda kapıdan geçişi sağlayan o ayrım vardı. Kara incileri her zamankinden daha koyuya bulanmıştı. Bakışlarında tek bir hareketlilik yoktu. Donuktu. Bana bakarken ilk kez hissizdi. Kapının koyu kahvesi gözlerimi doldurdu.

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ