9.bölüm

23.5K 846 2
                                    

9. Bölüm


Sabah gözümü açtığımda bakındım, odada kimse yoktu. Banyodan su sesleri geliyordu. Belli ki Halil Ağa banyodaydı. Kapı sesini duyunca hemen uyuyor numarası yaptım. Banyodan çıkıp üstünü giyindi. Hafif gözümü araladım, aynaya karşı gömleğini ilikliyordu. "Pek bir keyifli bu sabah hayır olsun inşallah" diye içimden geçirdim, gözümü kapatıp gitmesini bekledim. Kapıdan ses çıkınca gitti sanıp gözlerimi açtım. Yatağın ucunda oturmuş bana bakıyordu, çok utandım, şimdi ne düşünüyordu bu kaba adam? "Günaydın" diyerek kalktı yatağın ucundan,


"Hadi kalk birlikte çıkalım odadan."


"Ağam siz inin ben sonra inerim."


Sesi kabalaştı yine;


"Sana ne diyorsam onu yap. Aşağıda misafirler varmış. Beni rezil mi edeceksin? Hadi çabuk ol."


"Tamam Ağam hemen giyiniyorum."


Üstümü yan odaya gidip değiştim. Geldiğimde suratında anlamsız bir ifade vardı ne kızgın ne mutlu, ne tuhaf bir adamdı bu böyle? Net değildi onun çözmeye gücüm yoktu. "Fidan üstünü değişirken kapıya dikkat et her zaman ben gelmeyebilirim kapını kilitle!" Pislik adam bunu mu düşünüyordu? Aklından neler geçirdi kim bilir...


"Tamam Ağam" deyip önüme eğdim başımı, yine utanmama sebep olmuştu kaba adam. Benim bu halim hoşuna gidiyordu galiba, çaresiz oluşum ona zevk veriyordu. Elbet intikam alacaktım. Ben de senin utanmana sebep olacaktım. Aşağı indiğimizde iki kadın bir adam vardı. Köylülerden başı sıkışan insanlarmış. Adam; "Ağam lütfen kızımı bulun. Karşı köyden birileri kaçırmış. Lütfen Ağam kızımı bulun" diye ağlamaklı bir sesle derdini dile getiriyordu. "Hiç merak etmeyin bulacağız kızınızı. Kaçıran kişi canına susamış, Halil Ağa'nın köyünden kız kaçırmak neymiş gösteririm ben" deyip bir hışımla arabasına doğru öfkeyle gitti.


Bu adam tek başına fırtına gibi. Ödüm kopuyor her şeyi yerle bir edecek diye. Bana bulaşmasın da ne hali varsa görsün. Kaba adam, "Halil Ağa"ymış, batsın ağalığın! O gidince mutfağa gittim.


"Günaydın Zeynep abla."


"Günaydın güzelim, bugün çok güzelsin kızım."


"Teşekkür ederim, yüzümdeki yaralar iyileşiyor, ondandır. Hem yüzümdeki yaralar iyileşse bile kalbimdeki yaralar kapanmaz be ablacığım. Her gece sevdiğin adam yerine abisiyle aynı odada sabaha uyanmak ne zor bilir misin? Her gün ölmek. Aynaya bakınca sadece bir hiç görüyorum, kocaman bir hiç, amacı olmayan, her şeyi elinden alınan. Bazen diyorum ki ver canını kurtul bu azaptan."


"Aman diyeyim canım kızım, öyle bir şey yapma, o can sana Allah'ın emaneti. Güzel kızım kendine haksızlık etme çok güzel ve çok iyi birisin her şey mutlaka yoluna, girecek inan bana."


Biz konuşmaya öyle bir dalmıştık ki Zeynep ablanın oğlunun geldiğini fark edememiştik, selam vermesiyle gözyaşlarımı sildim.


"Oğlum ne zaman geldin? Bak Kerim, bu Fidan, telefonda çokça söz ettiğim."


"Memnun oldum Fidan Hanım, annem sizden çok söz etti."


"Ben de memnun oldum."


Anne oğul hasret giderdikten sonra sordum:


"Okul bitti mi Kerim?"


"Evet bitti, mesleğimi burada yapmak istedim, bakalım belli olacak yakında."


"Peki ne meslek seçtiniz?"


"Öğretmenlik. Burada buna çok ihtiyaç var. Peki sen okudun mu?"


"İlkokul terk, babam 'Kızlar okumaz' deyip aldı, çok ağladım günlerce ama nafile, yalvardım, dedeme söz vermiş okutmam diye. Yoksa çok titrerdi üstüme."


"Olsun okumak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsın, yeter ki kendine güven."


"Bilmem, olur mu ki?"


"Okumak ister misin? Hem sana da iyi gelir, ne dersin?"


"Şey ben çok isterim de bırakmazlar. Yine de denerim."


"İstersen kimse bilmez, gizli çalışırsın, olmaz mı?"


"Düşünüp cevap veririm olur mu? Şimdi yemek yapmam lazım. Tanıştığımıza çok memnun oldum Kerim."


Kerim uzun boylu, yakışıklı bir gençti. Buradaki erkeklerden biraz farklı bir havası vardı. Dünya ahiret kardeşim olsun tabii ki.


"Kızım sen istersen bugün yemekleri bana bırak, içli köfte yapacağım."


"Aşk olsun Zeynep abla ya, ben biliyorum yapmayı çok da güzel yaparım. Yapayım da gör."


Tatlı bir gülüşme geçti aramızda. Ağzımız biraz tatlansa hemen biri çıkıp acı çalıyordu dilimize. Gülay; "Ooo hanımlar, keyifler iyi, hayırdır söyleyin bizde gülelim. Bakıyorum da Ali'yi çabuk unutmuşsun. Sizin gibileri bilirim, mal mülk zenginlik için döktün onca gözyaşını. Para olsun da koca önemli değil, ha Ali, ha Halil." Soğanları doğradığım bıçağı alıp üstüne yürüdüm; "Sus artık! Daha fazla devam etme iğrenç sözlerine. Susun artık bir daha Ali'nin adını ağzına alma ben siz değilim! Paranız pulunuz sizin olsun beni bırakın bir daha değil bu konağa gelmek buradan bile geçmem. Neyin malı, mülkü? Sizden nefret ediyorum nefret."


Elimdeki bıçağı havada tutuyordum, birden elimden güçlüce çekildi. Zümrüt Hanım bütün öfkesiyle karşımda gözlerini gözlerime dikti:


"Sen bela mısın? Allah'ın belası! Ali'nin canını aldığın yetmiyor mu? Hem sen kim oluyorsun da bu bıçağı Gülay'a çekiyorsun?"


"Öldürün beni, hadi sapla kalbime geri adım atarsam namert olayım, bu konakta olduğum sürece zaten yaşamıyorum."


"Saygısız köpek! Konakta kalıp yediğin içtiğin yetmiyor mu? Zaten yaşamıyormuş! Oğlumun başını yedin uğursuz gelin. Ama köpek yemek yediği tabağa pislermiş!"


Ağlayarak hızla çıkıp odama gittim. Huzur yoktu bana, olmayacaktı. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Sesimi duyacak kimsem yoktu. Dizlerimin üstüne çöküp kalbim yerinden çıkarcasına ağladım. Hiçbir tarifi yoktu canım çok acıyordu. Çantamı hazırlayıp annemlere gitmeye karar verdim birkaç elbise doldurup çantayı kapattım. Sertçe odanın kapısı açıldı. Halil Ağa öfkeli bakışlarını bana doğrultup resmen ateş açtı üstüme; "Aklın yok mu senin? Canına mı susadın?" Üstüme yürüdükçe ayaklarım geri geri gidiyordu. Sırtımı duvara dayadığımda artık göz göze gelmiştik ama umurumda bile değildi. "Yeter ya! Yeter! Artık al canımı sen de kurtul ben de kurtulayım. Benim hiçbir şeyde gözüm yok, bırakın gideyim ya da öldürün beni!" Gözlerimi bu sefer ben diktim gözlerine, gözleri yangın yeri ateş püskürüyordu. Nefret ede ede gözlerine baktım ve gözlerimi bir an bile kırpmadım. Ondan korkmuyordum, ölümden de. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.


"Fidan bak, sen böyle yaparsan bu evde huzurun olmaz ayrıca seni nasıl bırakırım? Töreler böyle buyurdu, karımsın. Bir yere gidemezsin."


"Halil Ağa bakın ben başlatmadım, mutfakta yemek yapıyordum ağza alınmayacak sözler etti."


"Sen haddini aşma yeter, o başlattı sen bitirseydin, bıçakla yürümek senin ne haddine? Kendine gel Fidan, yengem bize amcamın emaneti. Kendini toparla, yoksa!"


Gözlerimin içine bakıyordu ve susmuştu. "Canını yakmamı istemiyorsan efendi ol. Seni bir daha uyarmak istemiyorum. Beni tanımamışsın, git sor beni anlatırlar sana." Evet haklıydı onu henüz tanımıyorum o da beni tanımıyor. Nefret ediyorum bu adamdan, nefret. Az bile söylemişler, cani bu hayvan kelimesi az kalır, hayvana hakaret olur. Elini duvardan çektiğinde dengemi kaybedip düştüm! Günlerin yorgunluğu vardı üstümde. Düştüğümde kafamı yatağın kenarına vurdum. Elimden tutup kaldırdı ve odadan ayrıldı.








Zorunlu Sevda (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now