1

184 16 5
                                    

"Afedersiniz." dedim bugün çarptığım yaklaşık bininci kişiye de. Ben, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre birkaç ay içinde yetişkin sayılacak 17 yaşında bir birey, daha düz zeminde yürümekten aciz; özellikle ayarlanmış bir beceriksizlik seviyesi ve gerçeklik kavramından yoksunluğun birleşimiydim.
Hatta toplumdan uzak olmak genetik bir formüle dönüştürülseydi eğer, eminim ki DNA'mın bir kısmı bu formülle yüzde yüz uyumluluk gösterirdi. Yapamadığımdan da değil, belki biraz o yüzden, ama bu konuda hevesim kalmamıştı. Sanırım beceremiyordum artık topluma uyum sağlamayı; içim sıkılıyordu, bunalıyordum.

Metroda sonunda bulduğum boş bir yere otururken bunun nedeninin insanlarla iletişimde olmaya alışık olmadığımdan kaynaklandığını fark ettim. 2 yaşından, yani öz annemin ve eşinin ani ölümünden beri beni evlatlık edinen aile dışarı çıkmak günah işlemekle eş değermiş gibi her dışarı çıktığımda tartışma çıkarıyordu. Bu yüzden doğru düzgün bir arkadaşım bile olmamıştı zaten bugüne kadar. Tek dostlarım okuduğum kitaplardaki incinmiş, insanların gerçek hayatta olsa yüzlerine bile bakmayacağı yan karakterlerdi. Tabii bir de Esen... 2-3 ayda bir görebildiğim kütüphane görevlisi... Allah'ım, resmen insan yüzü görmeden büyüyordum! Galiba Esen'e beni ilk gördüğünde "sorunlu" dediği için kızmakla haksızlık ediyordum, sonuçta bir insan izlediği dizilerdeki karakterlere gerçekmiş gibi bağlanıyor ve dizi sona erdiğinde kalbinden bir parça kopmuş kadar kötü hissediyorsa hayatında düzgün gitmeyen bir şeyler var demekti. Evet evet, gerçek olmayan kişilere bu kadar bağımlı olmayı kesinlikle doğru bulmuyordum, bu çok tehlikeydi. Sonuçta hayalgücünün sınırsızlığı bir kere tadıldı mı Dünya'nın somutluğunun insanı o kaçınılmaz depresyona sürüklediği bir gerçekti.

Birden metroda ışıklar gidip gelmeye başladı. Benimse içimi bir korku kaplamıştı. Dışarı her çıktığımda böyle tuhaf hissediyordum işte! Sanki benim dışımdaki bütün insanlar birleşmişlerdi de beni içlerine kabul etmiyorlardı, sanki etrafta yanlış giden her şeyin sorumlusu bendim... Sanki... Sanki insanlar bana bakıp bakıp içlerinden 'Neden gidip köşede sessizce ölmüyor?' diyorlardı... Peki paranoyak mıydım? Kesinlikle hayır.

Sanırım bulunduğum bu şehir gibi hayat da fazla abartılıyordu. Özellikle de benim gibi onu yaşayamayanlar, sessiz bir yolculuğu bile kafasında bu kadar kasvetli yapabilenler için. Fakat hayalini kurmaya bile kalbimin dayanamadığı mutluluklara başkalarının gayet sıradan bir şeymiş gibi sahip olduğunu ve değerini bilmediğini izleyeceksem neden vardım? Bu hayatta hoşuma gitmeyen şeylerden biriydi elinde olanın farkına varmayıp değerini bilmemek. Eğer bir armağana sahipseniz onun için ne kadar minnettar olduğunuzu onu faydalı işlerde kullanarak göstermek zorunda olmalıydınız, mesela insanları kendinden geçirecek besteler yapabilecek kapasitedeki bir kişinin bunu kullanmaması haksızlıktı bana göre. Çünkü sahip olduğumuz her şeyin, aklımızdan geçen her düşüncenin bir nedeni vardı; sadece o anlığına bunun farkına varamıyorduk.

Bu, insanlar için de geçerliydi ayrıca. Seven herkes sevilmeyi hak ederdi. İstisnasız herkes. Sevmediği bir yemek piştiği için başkasının ziyafet olarak adlandırabileceği o yemeğe çöp demekten farksızdı sizi seven insanları üzmek, değil mi; yemek her ne kadar hoşunuza gitmese de ve o kişiden her ne kadar hoşlanmasanız da onu parçalara ayırıp harcamaktansa onun varlığına gerçekten ihtiyacı olanlar için bırakmasını bilmeniz gerekiyordu.

Ayrıca insanlardan uzak gibi görünsem de işin aslı çok nadir de olsa kendime yakın bulduğum insanlar oluyordu, ama sadece bazen. Yakın hissettiğim bu insanlar da genellikle sevdikleri insanlara sonsuz evreni teklif etmelerine rağmen karşısındakiler tarafından sırf onu sunan eller daha güzel olduğu için ufak bir gezegene tercih edilen insanlardı. Evet, onlar içimdeki çok tanıdık bir duyguyu uyandırıyorlardı. Çünkü yalnız onlar biliyordu ki bir insanın mutluluğu için ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın o kişi umursamadığı sürece yaptıklarınız hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu yüzden de elimden gelenden fazlasını yapmama rağmen hak ettiğim mutluluğu başkasının yaşaması benim korkulu rüyalarımdan biriydi, olurda bir gün çok aşık olursam bunun karşımdaki için anlamsız olmasını istemiyordum.

Kimim Ben? (Kitap Oldu!)Where stories live. Discover now