Finale

203 21 22
                                    

Hastaneye nasıl geldiğini hatırlamıyordu bile, büyük binadan içeri girer girmez danışma yazan masaya koştu. Bilgisayarın karşısında oturan minyon görünüşlü, gözlüklü kadına bir kez bile bakmadan ''Sam Winchester.'' dedi. ''Sam Winchester nerede?'' 

Kadın başını kaldırıp onu kısaca süzdükten sonra bakışlarını bilgisayara çevirdi. Klavyede bir kaç tuşa basıp fareyi hareket ettirdi. Ekranda her ne yazıyorsa ona göz gezdirip tekrar Gabriel'e baktı. ''3. kat, yoğun bakım ünitesi. '' Melek, kadın cümlesini bitirir bitirmez kendini merdivenlere attı. 

Basamakları çıkabildiği kadar hızlı çıkarken aklındaki tek şey aşkının gözleri, gülüşüydü. Ona bir şey olmasına dayanamazdı, Castiel'den sonra bir de Sam'i kaybedemezdi. Sadece mesajlarına cevap vermedi diye endişeden uğruna kendini barlara vurduğu, sonra sarhoş olup arabasına kustuğu adamı kaybedemezdi. 

Sam onun elinde, kalbinde kalan tek şeydi. Sam, Gabriel'in hayatının aşkı olmaktan öte, hayatıydı. 

3. kata ulaştığında soluklanmak için bile duraklamadı, yoğun bakım ünitesi yazılı tabelayı görür görmez o koridora doğru atıldı. Koştu, onu görene kadar.  Kalbinin sahibi, uğruna öleceği ve öldüreceği adamı görünce olduğu yerde kalakaldı. 

Sam Winchester, John Winchester ile Mary Winchester'ın oğlu, Dean Winchester'ın erkek kardeşi, baş meleğin kalbini ve aklını çalan adam oradaydı. Hastane yatağında öylece uzanıyordu, etrafı tüplerle vücuduna bağlı sayısız makineyle çevriliydi. Mükemmel renkteki gözlerini örtüyordu göz kapakları, yüzü solgundu, oksijen maskesinin altında, normalde yumuşacık olan dudakları kurumuştu. Vücudunun yeşil hastane örtüsü tarafından örtülmemiş yerleri çürükler, çizikler, kanlı sargılarla kaplıydı. 

Melek sevgilisinin bu halini gördüğünde, içi titredi. Elini kendisini sevgilisinden ayıran cam kapıya dayadı. Etrafını sarmış makineler düzenli bir melodiyle bipliyordu. Nefes alıp verişi o kadar yavaştı ki, göğsünün inip kalkışı belli belirsizdi. 

Orada durmuş öylece onu izlerken omzuna birinin dokunmasıyla irkildi. Omzuna elini koyan kişiyi görmek için yana döndü. Önlüğüne bakılırsa doktordu, bir Sam'e bir de Gabriel'e baktı. ''Yakını olmalısınız, kardeşi misiniz?'' Melek gözlerini devirmemek için kendini zorlayarak başını salladı. ''Hayır, sevgilisiyim.'' 

Doktorun yüzünde bir anlığına şaşkın bir ifade belirse de adam hemen kendini toparladı. ''Anlıyorum. Sizin için zor olmalı.'' Gabriel adamın söylediklerini duymazdan gelerek konuştu. ''Yanına girebilir miyim?'' 

Doktor duraklayıp kaşlarını çatarak bir anlığına düşünüyor gibi göründü. ''Hastanın durumu oldukça ciddi, gerekli önlemleri alıp girebilirsiniz ancak fazla uzun kalmanıza izin veremeyiz.'' 

Melek başını sallayarak kabul ettiğini belirtti. Sam'i orada bırakıp doktorun peşine takıldı. Geri döndüğünde saçma bir tulum ve bone giyiyordu, ayrıca üzerine iğrenç kokulu bir dezenfektan sıkmışlardı. Ama geyiğini görebilmek için her şeye değerdi. 

Camdan kapı açıldığında kalbinin hızlandığını hissetti. O içeri girerken doktor dışarıda kalıp kapıyı kapattı. Gabriel hızlıca kalbinin sahibinin yanına yürüdü. Gözlerine bakmaya kıyamadığı, dokunmaktan korktuğu sevgilisi, biricik geyiği ne hale gelmişti. Sam'e bakmaya devam ederken gözlerini çoktan dolduğunu ve yaşların yanaklarından kaymaya başladıklarını fark etmemişti. 

Eğilip, zaten boyu kısa olduğundan çok eğilmesi gerekmemişti, sevgilisinin elini tuttu ve dudaklarını bastırıp küçük bir öpücük bıraktı. ''Göz açıp kapayıncaya kadar geleceğini söylemiştin. Ben senin yanına geldim ama gözlerin hala kapalı sevgilim.'' derken sesi titriyordu. Geyiğinin elini bıraktı, ve öne uzanıp dudaklarını onun alnına bastırdı. 

''Melek sıfatını benden daha çok hak ediyorsun geyiğim. Ama gitmeni istemiyorum, beni bırakmanı istemiyorum.'' Durdu ve burnunu çekti. ''Seni seviyorum Sam, çok seviyorum.'' 

Elini sevgilisinin yüzünde hafifçe gezdirmeye başlarken konuşmaya devam etti. Baş parmağıyla aşkının göz kapaklarını okşadı. ''Rengine hala akıl erdiremediğim gözlerini seviyorum.'' Alnına düşmüş saçlarını geriye itti. ''Uğruna milyonlar harcanacak kumaşlardan daha yumuşak saçlarını seviyorum.'' Gözleri Sam'in dudaklarına kaydı. ''Öpmeye kıyamadığım ama bir yandan da doyamadığım dudaklarını seviyorum.'' 

Konuşmaya devam edemeyeceğini hissedince sustu, sadece durup sevgilisini izledi. Bir damla göz yaşı yanağından çenesine kaydı, Sam'in yüzüne düştü. Daha Gabriel ne olduğunu anlayamadan Sam'in etrafını çevreleyen makinelerin her biri sanki daha önce aralarında anlaşmış gibi aynı anda kulak tırmalayan bir şekilde ötmeye başladılar. Melek şaşalamış bir şekilde neler olduğunu anlamaya çalışırken gözü Sam'in kalp atışlarını gösteren monitöre kaydı. Alışılageldik zikzaklar yoktu, ekranda yalnızca düz bir çizgi vardı. 

Gabriel sonunda neler olduğunu kavrarken tüm gücüyle bağırdı. ''Doktor, hemşire ya da her ne sikim gerekiyorsa! Hemen buraya gelin.'' 

Bir dakika bile geçmeden oda bir grup önlüklü moronla dolmuştu. Melek onların işine engel olmamak için kenara çekildi. Odaya değişik bir alet getirildiğinde kaşlarını çattı. Doktorlardan biri konsol gibi bir şeyde ayarlamalar yaparken başka bir doktor elinde tuttuğu iki zımbırtıyı birbirine sürttü. Belli belirsiz kıvılcımlar göründü, sonra doktor elindekileri Sam'in göğsüne bastırdı. Sam'in bedeni yerinden sıçrarken monitördeki düz çizgi bir anlığına yerini zikzaklara bıraktı. 

Her şey çok hızlı gerçekleşiyordu, doktorlar Sam'in etrafında dört dönüyor, Gabriel'in anlamadığı şeyler yapıyorlardı. Neler olduğunu anlamıyordu, ne olacaktı bilmiyordu, sevdiğini kaybetmekten korkuyordu. 

Bir süre sonra herkesin yüzü düştü, hareketleri yavaşladı. Melek ne olduğunu anlamamıştı, anlamak istediğinden emin değildi. Doktorlar ve hemşireler koşturmayı kesti, durakladılar. En başta Gabriel'in konuştuğu doktor hemşirelerden birine saati sordu. Daha sonra yüzünde işinden bıkmış bir ifadeyle Gabriel'in yanına geldi. Elindeki eldiveni çıkartıp destekleyici bir tavırla elini meleğin omzuna koydu. 

Meleğin gözlerinin içine bakarak meleğin duymaktan korktuğu şeyleri söyledi. ''Elimizden gelen her şeyi yaptık ancak, hastayı kaybettik. Başınız sağolsun.'' 

Muhtemelen bunları söylediği ilk kişi Gabriel değildi. İnsanlar varoluşlarının başından beri ömürlerini sürdürüp vakti geldiğinde ölüyorlardı. Dünya'nın varoluşundan, ilk çağlardan bu yana kim bilir ne kadar insan hangi nedenlerle ölmüştü. Gabriel bunu herkesten iyi biliyordu, sonuçta o Tanrı'nın meleklerinden biriydi.

Ama Sam, o ölmemeliydi. Gabriel ona melek sıfatını hak ettiğini söylerken bunu kastetmemişti. Onu kaybedemezdi, kaybetmemeliydi. Dizlerinin pelteleştiğini ve bacaklarının artık bedenini taşımadığını hissetti. Yere, dizlerinin üzerine düştü. Artık biplemeyi kesmiş makinelerin çevrelediği yatakta öylece, hareketsizce uzanan sevgilisine baktı.

Hayatı evrenin varoluşundan bile önceye dayanan baş melek, bu uzun hayatını adadığı adamın ellerinden kayıp gidişini izledi. 


Injured Dog //: Sabriel (Texting-ish)Where stories live. Discover now