Bölüm 3

1.5K 117 27
                                    

Derek

Eve geldiğimde beklediğim kişinin çoktan döndüğünü gördüm.

"Laura niye geldiğini söylemedin karşılamaya gelirdim."

Yüzünde benim hep bildiğim o gülümsemesi vardı. O kadar güçlü bir kadın, o kadar iyi bir Alfaydı ki hiçbir zaman o varken Alfa olmak istememiştim ama o şehri terk edince benim Alfa olarak işin başına geçmem gerekti.

"Derek seni rahatsız etmek istemedim. Zaten kasabaya inmiştim."

Kafa salladım. Ne diyebilirdim ki.

"Bu akşam küçük bir ziyafet veririz, sende sevgilini çağırırsın. Hem o nerede? döndüğümde onu da bulurum sanmıştım."

Bu soru karşısında elimi saçlarımın arasında gezdirdim.

"Laura."

"Evet, Derek."

"Biz ayrıldık."

Bu benim canımı çok sıkıyordu çünkü Laura bunun hakkına çok endişelenecek, burada kalmak isteyecekti. Hem de başka önemli işleri olduğu halde... Benim için endişelenmesi bu hayatta isteyeceğim son şeydi. Bunun nedeni ise Kurt adamların en azından çift olarak yaşamaları gerektiğiydi. Normalde bir sürüm olsa biraz daha paçayı kurtarabilirdim ama maalesef şuan sürü diye bir şey yoktu ve evde tek başıma yaşıyordum.

Laura'nın yüzü bir anda düştü:

"Ne zaman ayrıldınız?"

"Dün."

"Derek bunu niye bana haber vermedin?"

"Laura, yoldaydın ve üzülmeni istememiştim aynı şuan yaptığın gibi."

Laura durgunlaşınca yanına gidip, akşamüstü dışarı çıkmaya ikna etmeye çalıştım. Yüzü biraz yumuşayıp, daha az endişelenmeye başladı. Yüzünde küçük bir gülümseme ile:

"Peki," demişti.

Ona kral sofrası hazırladım desem yalan olur. Buna asla izin vermedi. Her şeyin yeri en son bıraktığı gibi olunca kahvaltı işine kendi kollarını sıvadı, beni de yerimden kaldırmadı. O leziz kahvaltıları meğer çok özlemişim. Kahvaltıdan sonra kaldırma işi kesinlikle benimdi. Bu sefer ben onu kaldırmadım. O masanın başında otururken gideceğimiz yer hakkında küçük bilgiler veriyordum. O da burada yaşamıştı ama zaman çok çabuk akıyordu.

Kasaba 6 yıl içinde baştan sona farklılaşmıştı. Ben bile 1 yıl yoktum. Döndüğümde yeni yerlerin açılmasına, eskilerinin kapanmasına şaşırmıştım.

Dışarı çıktığımızda da bunu onun suratında kesin görecektim.

Saat 5.30'da giyinip dışarı çıktık. İlk deniz kenarında olan yürüyüş yolunda turladık. Bu yolun solunda da kahveciler, hamburgerciler ve barlar vardı. Işığın yavaş yavaş çekilip gökyüzü kızıla boyanınca akşam yemeği için güzel bir hamburgerciye girdik.

Orada çift köfteli, taze marullu ev yapımı yemeğimizi yiyorken bir an boğazıma tıkanmış gibi oldum, öksürdüm.

Laura mutfağa doğru bakıyordu ben de girişe bu yüzden bizim küçük hırsızımızı gördüm. Kaldırımdan yukarıya doğru gidiyordu. Nereye gittiği hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Biraz ilerlediğinde bol camlı pencerelerden içeri yüzünü buruşturarak baktı. Bu ifadeden ne çıkarmam gerektiği hakkında en ufak bir bilgim yoktu. En sonunda yemekten kalktığımızda, Laura biraz daha gezmek istediğini söyledi. Bende ona hazır canı da yürümek istiyordu 20 dakikalık mesafede olan iyi bir kahveciye gitmeyi önerdim.

Yol boyunca hala benim için endişeli olduğunu yüzünden okuyabiliyordum...

İki sokak geçmiştik ki ışığın yanmadığı bir ara sokaktan içler acısı bir feryat geldi. Laura ile bakıştıktan sonra karanlığın içine ikimizde temkinli bir şekilde daldık. Burası çıkmaz bir sokaktı. Sesin kaynağını ikimiz de arıyorduk. Burnumuza gelen koku çok yakında olduğunu söylüyordu. Bunun yanında kan kokusu da havada uçuşmaktaydı. Ellerimiz herhangi bir saldırı ihtimaline karşın açıktı.

Çöp tenekelerinin yanında üç kişi görmüştük: Bunlar insandı. O kadar sessiz yanlarına gitmiştik ki kimse fark etmedi. Bizde bu durumdan yararlanıp olan biteni anlamaya çalıştık. Bizden yana iki kişi duvara yaslı olanın ceplerini karıştırıyor, arada bir de tekme, tokat atıyorlardı.

"Çaldıklarını ver hırsız."

"Lütfen sizden bir şey almadım, vurmayın."

Duvara yaslanan da onları ittirmeye çalışıyordu ama ya kafasına aldığı darbeden ya da karnına aldığı yumruktan nefessiz kalıp susuyordu. En sonunda soldaki adam karanlığın içinde gümüş gibi ışık saçan bir çakıyı pantolonun cebinden çıkardı.

"Hayır, lütfen!"

Artık araya girmemiz gerektiğini Laura ile ben bakışlarımızla onaylamıştık. Önce ben atılıp çakıyı tuttum. Eli bükülen adam:

"Siz kimsiniz, karışmayın işimize," dedi.

"Asıl sen kimsin ara sokakta çocuk dövmeye çalışan!" dedim.

Adamın suratındaki ifade şeytancıl ve pisti.

"Çocuk mu dedin sen!"

Bunda garip olan neydi acaba da adam bunu sorguluyordu anlayamadım. Tek anladığım adamın sinirime dokunan bir kibri vardı.

"Bunlar pislik, bulunduğun yere baksana," dedi.

Gözlerimi gözlerinden birkaç saniyeliğine ayırıp etrafta gezdirdim. Sonra onun yakasına daha fazla asılıp konuşması için sarstım.

"Ben sana söyleyeyim çöplük. Bu velette çöplerin olması gereken yerde olmalı, ben de onu nereye laikse oraya yollayacağım. Bu şekilde bana minnettar kalacaksınız. Sokaklar da daha temiz daha güvenli olarak kalacak."

Karanlıkta deli gibi parlayan pis gözlerine ve gülüşüne baktım. Adam tam bir hastaydı. Sonra da yerde kafasını elleriyle korumayan çalışan, ruhunu bırakacak gibi titreyen çocuğa baktım.

"Kimin çöplüğe gitmesi gerektiğine sen karar verecek durumda değilsin," dedim ve yüzüne kafa attım.

Normalde bir insana bu kadar sert olmazdım ama bunu sonuna kadar hak ediyordu. Diğer adamı ise Laura çoktan halletmişti. Titreyen çocuk kargaşa bitince biraz kafasını kaldırıp baktı. Bizim bu yaptığımızdan korkmuş olsa gerek kaçmaya yeltendi. Ben de onu bir kolumla yakalayıp durduğu yerde durmasını sağladım. O pislikleri de orada bırakıp çıkmaz sokaktan çıktık.

Bu çocuk herkesin yaka silktiği geçen manavdan portakal çalan çocuktu.

Benim cüzdanı saymıyorum bile ...

Onu da yanımızda, kolundan tutup sürükleyerek çıkarmıştım. Tam bırakacaktım ki Laura beni durdurdu:

"Bence onun bu gece gidecek bir yeri yoksa yanımıza almamız gerekiyor," dedi.

Diğer elim ile şakaklarımı ovdum, nereye gidebilirdi ki? Yüzüne baktım, yüzü gözü çizikler içindeydi. Kolları kısa gelen kırmızı ceketi soğuktan morarmış bileklerini gizleyemiyordu.

"Bizimle geliyorsun, yürü."

Poor Stiles -SterekWhere stories live. Discover now