ü

922 102 51
                                    

Yolculuğum devam ediyor. O yıldızları yutan şehirden sonra, gündüz vakti bir kasabaya giriyoruz. Burada da evler var, dükkanlar var fakat burası başka. Diğer şehirler gibi değil. Eski burası, yani huzur barındırıyor içinde.

Beton taş binaların yerini ahşap yapıtlar almış. Teknoloji yok pek. İnsanlar sattıkları şeyleri elleriyle işliyorlar. Demir döven ihtiyarlar, ahşap oyan babalar, sepet ören genç kızlar, bez bebek diken nineler ve hamak yapan kadınlar. Yüzlerde gülümseme, dillerde selamlar, adımlar telaşsız, alınlar terli, eller yara bereli.. Sedirler, kandiller, mumlar, ay. 

Ve geceleri yıldızlar da vardır burada, eminim.

Çocuklar kuşlara eşlik ediyor, cıvıldıyorlar sokakta. Bir oyana koşuyorlar, bir bu yana saklanıyorlar, ağacın ardına gizleniyorlar, toptan dört bucak kaçıyorlar, kaleye gol atıyorlar, bebeklerini yediriyorlar..

Ağır adımlarla, hiç acele etmeden her bir noktayı geziyorum.

''Bu kasabada alın teri var, burada emek var.'' diye mırıldanıyorum.

Bir bardak ıhlamuru ellerimin arasına alıp sedire oturuyor ve yolculuk vaktim gelene dek dinleneyim diye düşünüyorum.

Elinde bez bebek ve işlenmiş mendille koşarak yanıma bir erkek çocuğu yaklaşıyor.

''Eski zamanlarda yaşamayı hep çok istemiştim.'' diyerek gülümsüyorum ona.

''Niye ki?'' diye sorarak yanıma oturuyor. Ihlamuru ona veriyorum. İçmek yerine sorusunu tekrarlıyor.

''Elektrik yok muhabbet var. Kardeşlik, insanlık..''

''Muhabbet, kaybettiğimiz şey!'' diye yaşından büyük bir olgunlukla konuşmaya devam ediyor.
''Ne kadar zor geri getirmesi, şimdiki uyuşmuşluktan çook uzakta. Televizyonsuz gece geçiremez olmuşuz fark etmeden. Telefondan kafamızı kaldıramıyoruz mesela. Elektrik ve teknoloji sanki bir çeşit uyuşturucu olmuş. Tembelleştikçe tembelleşmeye doymuyoruz.''

''Evet!'' diye atılıyorum. ''Biz anlamı olan her şeyi kaybediyoruz yavaş yavaş. Yerine sahtelikler koyuyoruz.''

Küçük oğlan başını sallıyor onaylayarak ve konuşmayı devralıyor.

''O uzun beton yığınları olmasaydı mesela. Onların yerinde yemyeşil ormanlar olsaydı. Belki biz de rastlardık düşüne düşüne yürüyen bir derviş Yunus'a. İnsanlar beton dikmeye doyamamış. Soyunu tüketmeye bu kadar meraklı başka canlı türü gördün mü? Saçmalık.''

Soyunu tüketmeye bu kadar meraklı başka canlı türü gördün mü?

Küçük oğlan ne bilge laflar ediyordu böyle. Cümlesini herkese duyurmak istedim.

Soyunu, ruhunu, mutluluğunu, huzurunu, insanlığını, vicdanını, hayata kattığı anlamı tüketmeye bu kadar meraklı başka canlı türü gördün mü?

Küçük oğlan kalkıyor, ıhlamuru bana geri veriyor. 
''Yolculukta içersin, iyi gelir.'' deyip elini uzatıyor. ''Ben Asıf.''

Ben şaşkınca kalakalırken, o minik ellerini ellerimin arasından çekip kucağıma mendil bıraktıktan sonra koşarak uzaklaşıyor.

~18 Temmuz 2017 Salı, 16.31

ÂSIFWhere stories live. Discover now