♦ Bölüm 11

155 9 19
                                    


Ben döndüm canacanlar :) Yeni bir bölümle karşınızdayım. İyi okumalar hepinize!


"" işaretli Aylin'in ağzından olan bölüm:

Şubat 2012

  Gün adeta şaka gibi başlamıştı. Yeşim - Alp - Metin. Bu saatten sonra asla bir araya gelemez dediğimiz üçlü sanki inadına bir aradaydı. Bütün okulun baş gündemi bu şu an. Yakında okul gazetesine çıkacaklar o derece çok konuşuluyor. Kaza olayı da zaten tuz biber oldu. Nasıl olmuş, kavga mı ediyorlarmış, Yeşim'le mi ilgiliymiş falan filan... Milletim ağzında uzun süre çiğnenecek bir başka sakız. "Satıldık." Eda'nın konu ile ilgili ilk yorumu buydu. Biraz öyle oldu Eda'cığım. Yeşim yeni kankalarıyla takılıyor.



   Üçlü burada tartışmalarına kendi gözlerimizle şahit olduğumuz büyük salonda sanki bir müsabaka şampiyonu gibi gururlu gururlu yürüyordu. Yasemin, Sam ve Ceyhun önlerinden geçerken üçlünün adımları, Alp tarafından başlayarak teker teker yavaşladı. Eda bir Yasemin'e bir Alp'e bakıyordu. O bakışlardan kafasına bir sürü şey yüklemişti. Şimdi de onları indirip hard diskine kaydetmekle meşguldü. Bense yürüyen cenaze ile ilgilendim. Bugün okula gelmesi iyi olmuş. Kafasını hiçbir şeye veremeyecek de olsa evde yalnız kalmasından iyidir. Ondan bahsedince ve hazır cenaze konusunu açmışken aklım direkt o güne gitti.



   Annesi gömülürken dizlerinin üzerine çökmüş çocuk bana birini hatırlatmıştı. Elinde annesinin daha bir hafta önce almış olduğu oyuncak bebeği taşıyan küçük bir kızı. Ölmekten, gömülmekten, tabuttan, mezardan bir haber. Tek bildiği annesini bir daha göremeyeceği. Annesinin tekrar onu saçını okşayamayacağı, bebek hediye edemeyeceği, beraber pasta yapamayacakları... Sözde beraber elbet. O çocuk daha beş yaşında ya var, ya yok. Ama annesiyle konuşarak, ona malzemeleri bir bir uzatarak yapmak bile o kıza birlikte yaptıklarını hissettirmeye yetiyordu. Sonra o pastanın içinde sürpriz gibi bir haber çıktı. Kara bir haber. Kızın toz pembe dünyası yıkıldı. Küçücük bedeni, o dünyanın altında kaldı. Hayatın gerçekleriyle, henüz onları kavrayamayacağı yaşta yüzleşti. Elinde sadece oyuncak bir bebekle, o yıkıntının arasında... Karşısında ise ne olduğunu bilmediği bir tören. Başı kapalı kadınlar, simsiyah giyinmiş adamlar... Hepsi annesi için ağlıyor, uzun ahşap kutunun önünde göz yaşlarını akıtıyor. Erkekler sırayla o kutunun üstüne toprak atıyor. Sıra o kızın babasına geliyor. En uzun o bekliyor. Sevdiği kadının yakında çürümeye başlayacak bedenine veda ediyor.



   Yarısından fazlasını tanımadığım insanların göz yaşlarına; gür sakallı, beyaz şapkalı ve siyah paltolu adamın bilmediğim dilde konuşmasına; adamların babamın elinde tuttuğu ucu metal ve yassı sopayı almak için sırada beklemesine daha fazla katlanamadım. Koştum, babama sarıldım. Babam sopayı arkadan birine devretti ve tamamen bana döndü. Kollarının himayesine aldı beni. Eğilip, benimle boyunu eşitlendikten sonra sarılması sıkılaştı. Koskoca adam benimle birlikte ağladı. Göz yaşlarını karısından geriye kalan tek canlı mirasla paylaştı.



   Aynı sahne, farklı başroller ile yaşanıyor sanki. Keşke hiç yaşanmasa böyle bir olay da canlandırmaya gerek kalınmasa... Ceyhun küreği eline aldı ve annesinin tabutunun üstüne iki kez toprak attı. Nefes alamadım bir an. Arkadan ben bile daraldım. Bu kadar güçlü olmayı nasıl başarıyordu merak ediyorum? 30 yaşında adam - babam - yapamamıştı. Sarık ve cübbeli adam bir yandan dua okuyor, bir yandan arkada küreği bekleyen bir kuyruk var. Ceyhun ikinciden sonra küreği arkasındaki pos bıyıklı adama verdi. Kimdir, nedir bakmadı bile suratına. Morgdan beri duygularını öyle gizliyordu ki. İçine attığı o derede boğulacaktı artık. Kalabalığa baktım. Bizimkinden az değildi. Ama sayıları fark etmez. Böyle durumlarda uzak yakın herkes gelir, hatta ölüyü tanımayanlar bile. Sonradan karşılaşılan, varlıklarından haberinizin bile olmadığı uzak akrabalar, merhabalaşmadığınız komşular, bir kere bile yanınızda olmayan bir sürü insan... Neyse, zaten törenden sonra her biri dağılıyor geldikleri yere. Sadece çok yakınlar kalıyor. Senin de önemsediğin kişiler. Şimdi de aynısı oldu. Ben belki kalan akrabalara ve arkadaşlara göre fazla yabancıydım, fakat Ceyhun için orada kalmam gerektiğini hissettim. Bir şeye ihtiyacı olabilirdi. Konuşmaya, sarılmaya, ağlamaya... Hiçbirini yapmaması daha da rahatsız ediyordu beni. Okuldan gelenler, hatta bizim kızlar dağıldı. Bir tek Ceyhun'un grubu kaldı. Alp, Ceyhun, Sam, Yasemin, Berke, Recep falan... Ben Ceyhun'un o hisli dünyasına adım atamadım fakat Alp o dünyada nefes almaya başlamıştı çoktan. Ceyhun ona sarılmış, başını Alp'in siyah gömleğine gömmüş. Sonra Yasemin ve Sam de dahil oluyor bu kucaklaşmaya. Tam bir grup kucaklaşması oluyor. Ceyhun'un yanında birileri olduğunu bilmek o kadar rahatlatıyordu ki...

Ben AnlarımOnde histórias criam vida. Descubra agora