Masasından topladığım kitapları kitap taşıma arabasına koyarken Leman Çapagil'i geride bırakıyorum. Ruhlar bitmiyor. Onlar her yerde. Masada, ayakta ve bazen koridorlarda. Sadece yazarlar değil üstelik. Karakterler de burada. Yazarken öyle kendinden geçmiş ki bazıları, yarattıkları karakterler kendi varlıklarından daha güçlü su ruhları olarak kalmış geride. Odamda da varlar. Sokakta yanımda da yürüyorlar bazen. Fakat en çok bu kütüphanede görüyorum onları. Buradayken haklarında daha çok düşündüğümden olabilir.
Kütüphane gibi sessizliğin hüküm sürdüğü bir yerde çalışıyor olsanız bile, diğer insanlarla her an muhatap olmaya alışık olmalısınız: Biri gelip elindeki kâğıttaki kodu gösteriyor. "Bu kitabı nerede bulabilirim?" diye soruyor. Ona bakması gereken yeri işaret ediyorum... Aynı kişiler bazen tekrar gelir ve çok aradıklarını ama bulamadıklarını söylerler. O zaman elimdeki işi bırakarak kitabı bulup onlara veririm. Kitaplar her zaman olması gerektiği yerde olmaz. Okuyucular rafları karıştırabilirler ya da üşendikleri için öylesine bir rafa bırakırlar. Böyle zamanlarda bir kitabı bulmak samanlıkta iğne aramaya benzer. Sürekli kitapların içinde olmanın verdiği el göz aşinalığı işe yarayabilir. Bu olmayınca hislerinizi devreye sokarsınız. Eğer kitap olması gereken yerden çook uzaktaysa hisler de bir işe yaramaz. O zaman o kitap sonsuza dek -yani yaz başındaki yeniden sayıma dek- kütüphanede olmasına rağmen aylarca kayıp kalır. Ben böyle durumlarda su ruhlarına sorarım. Onlar kitapların yerini hepimizden iyi bilir.
İşte biri ittiğim arabadan bir kitaba uzanıyor. Başım önde, her zamanki gibi düşüncelere dalmışım. Bu yüzden onun bir ruh mu yoksa yaşayan biri mi olduğunu fark etmiyorum. Önemsemiyorum da ama çok güzel elleri var. Her nasılsa bunun ayrımına varabiliyorum o an.
Beş dakika sonra topladığım kitapları raflara dizerken bir kitaba takıldım. Aslında onu daha önce okumuştum ama bu başka bir çevirisiydi. Yeniden okumaya değer mi diye göz gezdirmeye başladım. Bu esnada biri yanıma yaklaştı. "Onu okudun mu?" diye sordu. Bu beklediğim tarz bir soru değildi. Felsefe tarihi kitaplarını nerede bulabilirim ya da coğrafi bilimler raflarında yerküre coğrafyası ile ilgili hiçbir şey yok, gibi bir soru gelmemişti. Bu yüzden biraz şaşırdım: Evet veya hayır demek arasında gidip geldim. Sonuçta bu kitabı okumuştum ama bu başka bir çevirisiydi ve daha önce okuduğumdan biraz daha kalın görünüyordu. Öte yandan onu ne ilgilendirirdi ne okuduğum. "Hayır," dedim. "Okumadım ama belki bir gün okurum."
Güzel bir kızdı. Belki fazla güzel. Şaşkınlığımın sebebi bu olabilir miydi? Güzel kızların benimle konuşmasına pek alışkın değildim. Saçlarını düzelten ellerini görünce, az önce arabadan kitap alan ve sonra ateşe değmiş gibi geri bırakanın da o olduğunu düşündüm. Benimle ilgilenmiş olabileceği aklıma gelmemişti. Pek olmazdı çünkü böyle şeyler. Onun ilgisini çekmek gibi bir umudum da olmadığından aklıma gelen diğer şeyleri söylemedim. Çeviriler hakkında bir sohbete girmeyi denemedim mesela. Kitabı rafa bırakıp işime devam ettim.
Bu davranışımın onu bu kadar kızdıracağını bilemezdim. Kütüphanede beni takip edip yolumu keseceğini tahmin edememiştim. Dahası her şey olup bitene kadar bunu onun yaptığının ayırdına varamamıştım zaten...
Bir su ruhu olan Zerdonlu küçük Alexi'yi koridorun ucunda oyunbaz bir şekilde bana seslenirken duydum. Ona yetişmek için biraz acele ettim. Araba ileri doğru hızlanırken minik tekerlekleri sağa sola dönmekten kendilerini alamıyorlardı. Biri bana yol vermek için kenara çekildi. Daha doğrusu öyle olduğunu sandım. Bir an sonra ayaklarım yerden kesilmiş, havada olduğum kısacık anda zamanın akışı durmuştu. Bu bir saniyeden daha kısa sürdü. Sonraki bir dakikayı hatırlamıyorum. Ellerimi ayıramadığım arabanın ivmesiyle ileri uçtuk. Kafam önce hareket halindeki arabaya çarptı. Sonra araba bir yerlere çarptı, sonra ben tekrar bu kez tüm vücudumla arabaya çarptım.
Her yerim ağrıyordu ama en çok burnum ağrıyordu. Acı eşiğinin çok üstüne geçtiğim için bir süre gözlerimi açamadan ve kıpırdayamadan bununla mücadele etmek zorunda kaldım. Biraz kendime geldiğimde, dudaklarıma doğru akan likit sıcaklığa bastırdım kolumu. Kolum ve üstüm kıpkırmızı olmuştu.
YOU ARE READING
Bir Üniversiteli Hikâyesi 1.1 *özel*
Teen FictionBelki de bu hikâyeyi bir de benden dinlemelisiniz... (Bu kez, dünyadaki bütün kitapları okumak isteyen arkadaş anlatacak bize ilk hikâyede olanları.) Su ruhlarıyla tanışacak, dijital Saga oyununu öğrenecek ve kahramanımızın karmaşık iç dünyasını keş...