Arkadaşımın, ilk tanıştığımız andaki gibi rahat ve çevresine hakim tavrının silindiğini, tedirgin, endişeli ve tatlı bir panik içine girdiğini hissediyordum.
Bütün gayretime rağmen yemekleri o ısmarladı. Çaylarımızı yudumlarken: "Sorunun cevabını konuşalım istersen" dedim. "Burası daha sakin."
Ben, sohbete burada da devam edeceğimizden emin olduğum için yemek boyunca düşünmüş ve yol arkadaşsımın sorduğu sorunun cevabını, Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur Külliyatından okuduğum satırlarda bulmuştum.
"Önce sorunun ikinci kısmından başlayalım" dedim. "Malumdur ki bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini bilmek ayrıdır. Kainatın içinde çok unsurlar vardır ki, aklımızla onların varlıklarını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemeyiz. Mesela, ruh, akıl, hayal, yer çekimi kanunu, elektrik, his, şefkat gibi birçok şeyin varlığını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilememekteyiz.
'Eser, ustasını idrak edemez' kaidesince, bizim ak'lımız da, onu yaratan Zatın mahiyetini, hakikatini anlayamaz. Çünkü akıl, Halik'ın mahlukudur. Her mahluk gibi aklın da bir sınırı vardır. Sınırlı gücü olan mahluk, Cenab-ı Hakkın Kudsi mahiyetini idrak edemez, anlayamaz. Her kıyasında ve tahmininde hata eder, yanlışa sapar.
"Cenab-ı Hakkın bütün sıfatları nihayetsizdir, mutlaktır, ezeli ve ebedidir. Akıl ise sınırlıdır, kayıtlıdır, belli intikal kapasitesi vardır. Bunun içindir ki sınırlı olan sınırsız olanı; mahdut olan nihayetsiz olanı, başlangıcı ve sonu olan, ezeli ve ebedi olanı kavrayamaz, anlayamaz, bilemez.
"Cenab-ı Hakkın misli, benzeri, zıddı olmadığı için, akıl ona ulaşamaz onu tahmin edemez.
Çünkü, Allah-ü Teala kainat cinsinden değildir ki, biz onu kainatın içindekilerine kıyas edelim. Onun için mahiyeti, bizim idrak edeceğimiz veya tahmin edeceğimiz hiçbir mahiyete benzemez. Bizler tahmin ve yorumlarımızı, bildiklerimizle, duyduklarımızla ile hayal gücümüzle yaparız. Bu yüzden mahluk (yaratılmış) olan kendi kabiliyetimizle, Halık olan (yaratan) Cenab-ı Hakkın mahiyetini, ne durumda olduğunu veya neye benzediğini bilemeyiz.
"Görülmeme konusuna gelince; bilindiği gibi varlık alemi, beş duyu ile bilinenden ibaret değildir. İnsan, gözleriyle maddi ve cismani varlıkları görür. Dili tatları, kulağı da sesleri
hisseder. "Görmediğime inanmam, demek, aklın vazifesini göze yüklemek demektir. Çünkü görünmemek, olmamaya delil olmaz.
Bu alemde görebileceğimiz bir kısım hususları, gözle göremediğimizden dolayı inkar edemeyiz. Bunun için beş duyumuzun vazifelerini, kendi alanlarında kullanmak lazımdır.
Kulağımızı görme işinde, dilimizi duyma isinde kullanamadığımız gibi, gözümüzü de idrak etmek, ihata etmek, anlamak işinde kullanamayız. Bu işi akıl yapar.
Mesela, bir annenin çocuğuyla alakadar olduğunu gözle gördüğümüz halde, sevgisini ve şefkatini göremeyiz. Onu akıl ile hissederiz. Bir muhteşem yapıyı gözümüzle görebiliriz. Ama onun harika sanatını ancak aklımızla ortaya koyabiliriz.
"Cenab-ı Hakkın görünmemesi, siddet-i zuhurundan ve zıddının olmamasındandır. Hatta en şiddetli parlaklığı sırasında güneşin dahi görünmesi mümkün alamamaktadır. Bediüzzaman Hazretlerinin bu mevzuda çok güzel bir sözü vardır 'Her şeyi maddede arayanların
akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.'"
Yol arkadaşım, son cümleyi tekrarlattıktan sonra takdirle basını salladı. Yüz ifadesinden tatmin olduğunu anlıyor ve için için seviniyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendini Arayan Adam
General Fictionİşte şu kainatın yaratan Rabbimiz de, koyduğu umumi ve muhteşem kanunlarla alemin nizamını sağlamıştır. Bu nizama en küçük atomdan, milyarlarca yıldızı bulunan galaksilere kadar her yaratılan şey tabi olmuştur. Her şeyin hakkı ve hukuku bellidir. He...