lütfen medyadaki şarkıyla okuyun
"jeongguk," diyor taehyung uzun zamandır konuşmadığı için biraz boğuk çıkan sesiyle. bunu o da fark etmiş olacak ki önce boğazını temizliyor, ardından konuşmaya devam ediyor. "ilk gittiğimiz uçurumu hatırlıyor musun?"
'seninle geçirdiğim en ufak bir anı unutabilir miyim sence?' demek istiyorum fakat kapalı tutuyorum ağzımı. zira sonumuzu az da olsa görebiliyorum. fazla karanlık, bir o kadar da yıkıcı.
"oraya gidelim. "
--
uzun ve fazla uğraşlı bir yolun sonucunda bulabiliyoruz taehyung'un bahsettiği yeri. ilk geldiğimiz gibi aynı, en ufak bir şey bile değişmemiş. ışıkların arasına yenisi bile eklenmemiş.
her şey aynı kalmış, diye geçiriyorum içimden. aynı taehyung'un düşünceleri ve uçma isteğinin aynı yerini koruması gibi.
onu ufacık da olsa değiştirememem, sevgimin şifası olmasını sağlayamamam gibi.
"hâlâ çok güzel. " diyorum manzaradan gözümü ayırmazken. taehyung'un da yavaşça yanımdaki yerini aldığını ve ellerimizin birbirine çarpacak kadar yakınımda durduğunu hissediyorum.
"öyle," derin sesi kulağıma dolduğunda parmaklarımızı birbirine geçiriyor ve ellerimi sıkıca kavrıyor. "şaşırttı bu beni. zira zamanla güzel olan her şeyin çürüyeceği kanısındayım. "
"zaman ilaç değil, zehirlerin en kötüsü belki de."
söylediklerini o kadar çok düşünmüş olacağım ki boğazını temizleyip ellerimizi ayırmadan önüme geçiyor. manzara ve ışıklar arkasında parlaklar gözlerimi kamaştıran yine o oluyor. zira o arkasındaki manzaradan bile daha güzel.
"bu yüzden burada kalmak istemiyorum jeongguk. " titreyen sesini işittiğimde tek elimi beline sarıp onu kendime yaslıyorum. burunlarımız birbirine değiyor, nefeslerimiz birbirine karışıyor ve ben ona imkanı varmışçasına daha da çok tutuluyorum. "zaman çürütecek beni, yok olacağım."
kafamı hızla iki yana sallamaya başladığımda tuttuğu andan beri bırakmadığı elimi kurtarmaya çalışıyorum. gitmesi gerektiğini söylemeye çalışıyor bana, aklınca veda ediyor ve ben bunu öylece izlemek istemiyorum.
"peki sen gittiğin an benim ne olacağımı düşündün mü hiç?" sesim biraz fazla sesli çıktığı için ürktüğünü hissediyorum. yine de sıkıca tuttuğu elimi bırakmadan gözlerimin içine bakmaya devam ediyor.
"öyle bir çürüyecek ki ruhum," buruşturduğum yüzümle konuşmaya çalışırken hayatımda onun olmadığı zaman ne olacağımı bile betimleyemediğimi fark ediyorum. kelimelerin hepsi anlamını yitirmiş gibi, kafamda düzgün cümle bile kuramıyorum. "öyle bir yok olacağım ki..."
"bunun için zamana bile gerek kalmayacak."
gözlerindeki kırıkları izliyorum bir süre, zira kendiminkilerden görmek biraz zor oluyor.
"izin ver iyileştireyim seni." taehyung'u tekrar kendime çekerken kokusu sarıyor etrafımı. aniden tüm modum değişmiş gibi, eğer elimden geleni yaparsam bana veda etmeyecekmiş gibi hissetmekten alamıyorum kendimi. "izin ver çok seveyim, sarayım yaralarını."
"izin ver-"
"izin ver uçayım, jeongguk." cümlemi yarıda kestiğinde umutlarımın hepsinin biraz sonra taehyung'un bana edeceği gibi veda ettiğini hissediyorum. kararlı gözleri benimkileri hapsetmiş, elimi hâlâ bırakmıyor. "düşmeyeceğim, sana yemin ederim ki düşmeyeceğim. uçabilirim. "
ardından hiçbir şey söylememe izin vermeden dudaklarımı öpmeye başlıyor. fazla yavaş, fakat tutku dolu öpüşüne karşılık verirken ne zaman incilerimizin yüzümüzü ıslattığını bile fark etmiyorum.
"seni seviyorum. " fısıltısı dolduruyor kulağımı. bu cümleyi ondan duymak o kadar güzel, o kadar rahatlatıcı ki bir an bulunduğumuz durumu bile unutuyorum. kokusu etrafımı sararken, bana seni seviyorum derken ve ellerimiz hâlâ birbirinden kopamazken her şey fazlasıyla mükemmel geliyor.
cevap vermiyorum, zira ona olan bakışlarımdan bile verdiğim cevabı aldığını biliyorum.
"teşekkür ederim jeongguk." diyor sahte olmadığına emin olduğum gülümsemesiyle. beraber geçirdiğimiz bunca zamandan sonra ilk defa bana böyle güzel gülümsüyor. veda hediyesi veriyor belki de kendince.
ardından elleri yavaşça benimkinden kopuyor. avuç içimi dolduran soğukluk yavaşça tüm bedenime yayılıyor, kalbimi buz tabakasıyla kaplıyor.
"git. " titrek sesiyle söylerken arabayı işaret ediyor başıyla. gözlerindeki acıyı tüm somutluğuyla hissedebiliyorum. canımız yanıyor, çok fazla yanıyor.
gözyaşlarım durmazken onu kendime çekip son kez öpüyorum. son nefesimmişçesine kokusunu soluyorum, az da olsa bedenimdeki soğukluğun gitmesini umuyorum fakat acı bu kadar derinken o bile ısıtamıyor beni.
ardından adeta hiçbir şey hissedemeyen bir robotmuşçasına arabaya biniyorum. gözlerimi bile kırpmıyorum, titreyen ellerimle arabayı çalıştırmaya çalışmak bile bir eziyet gibi geliyor.
beni izlediğini biliyorum. fakat bakamıyorum ona. zira bakarsam gidemem, aslında pek de gitmek istemiyorum.
transa girmiş bedenim taehyung'dan uzaklaşmamın yarım saatinde kendine gelebiliyor. radyoda yavaş bir şarkı çalıyor, gözlerim yanımdaki koltuğa kayıyor.
onu görüyorum yanımda. pencere açık olmasa da dağılmış saçları, yüzünde bana veda ederkenki gülümsemesi var ve eli sıkıca benimkini tutuyor. hiç bırakmamış gibi.
uçtu, diyebiliyorum sadece. ve bana söz verdiği gibi kalbime, tam da yanıma geldi.
"hayatın, hayatımın en güzel parçasıydı." fısıltım onun hayaletinin esir aldığı arabayı doldururken şarkıyı her bir hücremde hissediyorum.
--
umarım beğenmişsinizdir, okuyan herkese teşekkür ederim