• 1 •

11.2K 405 53
                                    

"Bir gün mutlaka çok geç olacak, sen bir yerde darmadağın ben bir yerde paramparça."

Bölüm Şarkısı: Kazım Koyuncu-Atın Beni Denizlere.

Düzenlenmiştir.

Genç kız önünde ki çekmeceyi açıp içinden küçüklüğünden beri sakladığı, annesinden ona kalan tek şey olan el işlemesi yazmasını çıkardı. Henüz yeni durmuş olan gözyaşları tekrar yanaklarında artık kalıplaşmış yerlerini alırken Hazal derin bir nefes alarak yazmayı başına bağladı. Elinin tersiyle gözlerini silip derin bir nefes aldı, güçlü olmalıydı o babasının kızıydı. Güçlü olmalı ve ağlamamalıydı. Kendi içinde girdiği bu münakaşanın sonucu yine ağlamak olmuştu. Babası artık yoktu, küçük kızını bırakmış ve gitmişti. Hazal bundan tam üç sene önce üniversiteyi kazanıp, yeni başlangıçlar yapmak için İstanbul'a gitmişti umutla. Bilseydi eğer babasının son seneleri olduğunu onu öldürseler yine de gitmezdi, ama bilmiyordu. Umut dolu gittiği İstanbul'dan babasının ölüm haberiyle dönmüştü doğup büyüdüğü yere, Karadeniz'e. Hıçkırıkları biraz daha artarken nişanlısı gelip belinden sardı genç kızı ve saçlarına yavaş yavaş kondurdu öpücüklerini. Genç kız nişanlısına sokulup ağlamaya devam etti. Canı belki de daha önce hiç yanmadığı kadar yanıyordu. İlk aşkını, kahramanını, hayatta ki tek ve en değerli varlığını kaybetmişti. Onu sonsuza kadar kaybetmişti, artık babasının küçük kızı değildi.

"Çıkmalıyız güzelim." Mert'in fısıltı tonundaki sesi kulaklarına ulaştığında gözlerini elinin tersiyle silip ayrıldı sevgilisinden. Yavaşça birlikte oturdukları yataktan kalktılar, Mert büyük eliyle genç kızın küçük elini kavradı ve ellerini birbirine kenetledi. El ele acele etmeden çıktılar evden, evin önünde büyük bir kalabalık toplanmış hemen ortada duran cenaze arabasına ellerinde tuttukları tabutu yerleştiriyorlardı. Hazal, Mert'in elini biraz daha sıkı kavradı. Daha dün gibi hatırlıyordu, iki sene önce Mert'le buraya gelmiş ve Mert'i babasıyla tanıştırmıştı. O evden yine el ele ama mutlu çıkmışlardı, şimdi Hazal acı çekiyordu hemde taşıyabileceğinden çok daha fazlasını. İkili el ele kalabalığın arasından geçip cenaze aracına ilerlerken arkalarından söylenen fısıltılı cümleleri duymamaya çalışıyordu Hazal. Cenazede bile insanlar hala konuşacak bir şeyler buluyordu, oysa ki hiç değilse ölüye saygılı olmaları gerekiyordu. Mert kendi arabasının kapısını Hazal için açtığında genç kız yavaşça elini nişanlısının elinden ayırıp arabaya bindi. Kısa süren yolculuktan sonra mezarlığın önünde park halinde olan arabaların arkasına park ettiler arabayı. Hazal derin bir nefes alarak önünde ki mezarlığa baktı, kaç acı, kaç insan, kaç hayat yatıyordu bu mezarlıkta kim bilirdi? Yavaşça arabadan indi ve yanına gelen nişanlısının koluna girerek mezarlığa ilerledi. Babasının yakın arkadaşları ona baş sağlığı dilerken Hazal başını yavaşça sallayarak taziyeleri kabul ediyordu, Mert yavaşça kızın kolundan çıkarken kız bakışlarını cenaze arabasından çekip ona çevirdi.

"Gidip tabutu taşıyacağım bebeğim, laf söz olmasın şimdi." Hazal başını yavaşça sallayıp sevgilisinin yanından uzaklaşmasını izledi.

"Hazal!" Arkasından duyduğu tanıdık ses yutkunmasını sağlarken yavaşça arkasını dönüp Yağmur'la göz göze geldi. Yağmur onun lise yıllarında ki en yakın arkadaşıydı, bir günleri dahi ayrı geçmezdi. Genç kız hızlı adımlarla arkadaşına ilerlerken, arkadaşı da aynı adımlarla ona doğru geliyordu. İki kız ortada buluştuğunda Yağmur kollarını sıkıca arkadaşına sarıp omzunu sıvazladı.

"Can arkadaşım, güzelim başın sağolsun." Hazal etrafında hissettiği kollarla kendini daha fazla tutamadan ağlamaya başladı, Yağmur arkadaşını biraz daha sarıp yanağına uzun bir öpücük kondurdu.

"Ssh, tamam güzelim." Saçlarını ellerinde gezdirdi arkadaşını biraz olsun sakinleştirmek adına. Hazal bir süre özlediği arkadaşının kollarında durduktan sonra biraz olsun sakinleşerek ayrıldı ve gözlerini hızlıca sildi. Yağmur genç kızın koluna girip hafifçe kolunu sıvazladı ve iki kız birlikte mezarın başına ilerledi. Tabut omuzlardan indirilip tahtalar açıldığında Hazal başını arkadaşının omzuna koyup gözlerini kapattı. O görüntüyü görmek istemiyordu, babasının toprağın altına giren halini görmek istemiyordu. Tabutun içinden Rıza Bey'in cansız bedeni çıkarılıp kazılı olan mezara konulduğunda hoca duaya başladı. Onu seven herkes teker teker toprak atarken Hazal ellerini açmış dua ediyordu, babasının ruhunun gittiği yerde huzur bulması için. Duanın ardından mezarlık yavaş yavaş boşalırken herkes Hazal'a baş sağlığı diliyor ve onu öpüp gidiyordu.

"Güzel kizum, başun sağolsun." O ana kadar başını yerden kaldırmayan Hazal başını kaldırıp karşısında ki kadına baktı. Nevriye Hanım suratında ki acı gülümseme ile bir zamanlar kızından ayrı tutmadığı gelinine baktı. Hazal, Mert'in kolundan çıkıp aniden Nevriye Hanım'a sarıldığında yaşlı kadın bir süre şok olsada ardından ellerini kızın sırtına yerleştirdi. Hazal için Nevriye Hanım her zaman bir anneydi, onu kendi annesi kadar seviyor, annesinin boşluğunu onunla dolduruyordu. Ve yaşlı kadın yine bir anne gibi genç kızın tam ihtiyacı olduğu anda karşısına çıkmıştı. Bir süre ayrılmadan sessizce birbirlerine sarılarak durdular, daha sonra Hazal yavaşça yaşlı kadının kucağından çıktı. 

"Teşekkür ederim, Nevriye anne." Yaşlı kadına hafif bir gülümsemeyle Hazal'ın yüzünü okşadıktan sonra yanından ağır adımlarla ayrıldı. Hazal ne yaparsa yapsın Nevriye Hanım ona kızamıyordu, oğlunun canını yaksa dahi o her zaman sevdiği Hazal olarak kalıyordu gözünde. 

"Hadi gidelim artık." Mert'in sesiyle Hazal hafif gülümseyerek nişanlısına baktı.

"Beni arabada bekler misin? Söz veriyorum sadece beş dakika sürecek." Mert anlayışla başını sağlayıp genç kızın alnına bir öpücük bıraktıktan sonra mezarlığın çıkışına yönlendi. Hazal yavaşça mezarın yanına oturup babasının isminin yazdığı tahta parçasına baktı. Göz yaşları hemen yerlerini alırken genç kız titreyen elini toprağın üzerine koyup toprağı hafifçe okşadı.

"Babam, canım, kanım neden bıraktın kızını? Neden bana hasta olduğunu bile söylemeden gittin baba? Sana o kadar kızıyorum ki aslında, son zamanlarında seninle olmama izin vermediğin için seni son görüşümün gülen yüzün değilde camideki ölü soğuk suratın olduğu için çok kızıyorum sana." Hıçkırıklar sesini esir alırken genç kızın bedeni bir yaprak gibi sarsılıyordu. "Baba kalk lütfen, lütfen kalk. Daha seninle geçireceğim çok vakit vardı! Neden baba neden? Kalk lütfen..Lütfen." Eliyle okşadığı toprağı sıktığında hıçkırıkları daha da artmıştı genç kızın. İki büyük kol beline dolandığında Hazal o kolların kime ait olduğunu o kadar iyi biliyordu ki. Kendini serbest bırakıp arkasında ki güçlü beden yaslandı. Gökhan sevdiği kızı iyice sararken, Hazal ağlamaya devam ediyordu. Genç adam, kucağında küçücük olmuş ağlayan kızın saçlarına ufak öpücükler kondurdu.

"Ben buradayım, geçmeyecek güzelim ama azalacak söz veriyorum azalacak. Unutamayacaksın ama tekrar nefes alabileceksin, söz veriyorum." Hazal gözlerini kapatıp delikanlının kokusunu derince içine çekti, onu cenazede görmeyince gelmeyeceğini onu görmek istemediğini düşünmüştü ama adam yine oradaydı. Onu kollarına almış, yaşama döneceğini söylüyordu. O kelimelerin döküldüğü ses genç kızı etkisi altına alıyor ve dediği her kelimeye koşulsuzca inanmasını sağlıyordu. Genç kız biraz daha sakinleştiğinde genç adam kollarını genç kızın bedeninden çekti. Hazal, etrafında onu saran kolların yok olmasıyla kısa bir süre ürperdi. Genç adam yavaşça ayaklanıp Hazal'a elini uzattığında Hazal elini kavrayıp ayağa kalktı. Gökhan bir adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp genç kızın alnına uzun bir öpücük kondurdu.

"İyi olacaksın ve her ne olursa olsun burada seni bekliyor olacağım. Seni seviyor olacağım." 

Ey Gidi Karadeniz.Où les histoires vivent. Découvrez maintenant