+Vedalar Zinciri+

2.8K 320 171
                                    

(Yoon Gi'nin gözünden)

Duyduğum ses karşısında şoka uğradım. Öyle şaşırmıştım ki bu istemsizce bağdaş kurar pozisyonumu bozmama neden oldu. Ayaklarımı yerle temas ettirirken gereğinden fazla ses çıkarmıştım doğrusu.

''Ne oldu?'' dedi halen piyano sandalyesinde oturan Jung Kook. Şarkının sonuna doğru Tae Hyung yok olmuştu. Beyaz ve bir o kadar berrak toz bulutuna dönüşmüş, gökyüzüne doğru olan yolculuğuna başlamıştı. 

Fakat dikkatimi çeken Tae Hyung değildi. Tae Hyung'un yok olmasıyla sıra Jung Kook'a gelmişti.

''Ne oldu?'' dedi tekrar, bu sefer önümde diz çöküyordu. Haftalardır merak ettiğim sesini duyuyor olmak mucize gibiydi. Hayal ettiğimden çok uzak olan sesi kadifemsiydi. Söylediği şarkıya o kadar uyumluydu ki, dört saniyesini duymuş olmama rağmen hayran kalmıştım. Vücuduna bakarak erkeksi olduğunu düşündüğüm sesi yumuşaktı. Eğer bir grup üyesi olsaydı ana vokal olabilirdi. 

''Artık sıra sende'' dedim artık dudağını okumak zorunda olmayışımın sevinciyle.

Cümlem biter bitmez yönünü piyanoya çeviren Jung Kook'un amacı Tae Hyung'u kontrol etmekti. Geçen bir saniyenin ardından onu orada göremeyince tekrar bana döndü. Hayran kaldığım sesini kulaklarımdan mahrum bırakmadı ''Sıra bende'' dedi ''Artık beni duyabiliyorsun. Söylemek istediklerimi söyleyebilirim''

Jung Kook'un oturması için biraz yana kaydım. Dizlerini yere kırmış bir şekilde önümde durmasını istemiyordum. Koltuk oldukça genişti, ikimiz için de yer vardı. 

Kalçasını deri koltukla birleştirmeden önce sordu ''Beğendin mi sesimi?''

Sırtımı, yasladığım koltuktan ayırarak yüzümü ona çevirdim. Birkaç tahta çakılarak kapatılmaya çalışan pencereden içeri süzülen ışıklar loş bir ortam oluşturuyordu. Öğlen saatleri olmasına rağmen gün batımı gibi bir his vardı. Terk edilmiş binalarda çekilen film sahneleri gibiydi. Etrafta birkaç tinerci eksikti o kadar.

Boşluklardan içeri süzülen ışık hüzmeleri mikroskobik toz taneciklerini görünür hale getiriyor, Jung Kook'un soluk bedenini az da olsa gerçekmiş gibi kılıyordu. Parlıyordu Jung Kook. Işık hüzmeleri Alacakaranlık'taki gibi vücudundan geçmiyordu belki ama tüm vücudu taşlarla kaplıymış gibi parlıyordu. Işıl ışıldı. Göz alıcı derecede güzeldi. 

''Ölmeden önce kesin vokallik yapıyordun değil mi?'' dedim sorusunun yanıtı olarak. 

Başını iki yana salladı. Sesini duyabilmeme halen alışamamış olmalıydı ''Hayır. Yalnızca küçük arkadaş ortamlarında söylermişim''

''Haksızlık etmişsin, sesin bir harika'' dedim ve hemen ardından diğer hayaletlere sorduğum soruyu sormak için yeltendim fakat hemen sonra bundan vazgeçtim. 'Pişmanlığın ne?' olan o meşhur soruyu sorarsam Jung Kook'ta diğerleri gibi yok olup gidecekti. Ona sormam gereken tonlarca soru vardı. Beni dakikalar içinde kusursuz bir şekilde çizmesi, neden canı pahasına koruduğu ve neden sürekli bana değer verdiğini ima ettiği gibi...

''Beni bulutların içinden çekmekte nereden aklına geldi?'' dedi. Sanırım o da 'pişmanlık' sorusunu sormamı istemiyordu. Eğer sorarsam yok olma süreci başlayacaktı çünkü. 

''Bilmiyorum. Kolyenin bazı eksiklikleri olduğunu düşünüyorum ve belki seni tutarsam bulutların yok olacağını düşündüm'' derken gülümsedim. Düşündüğüm şeylerin doğruluk payı olması gurur vericiydi ''Kolyeyi değiştirebiliriz''

''Kolyeyi boşver şimdi, onu düşünecek bolca zamanımız var'' dedikten sonra bacaklarım üstünde olan elimi tuttu ''Hadi biraz kasabayı gezelim. Yarın sabah evine döndüğüne göre ben de seninle gelmek zorundayım. Gitmeden önce sana burayı gezdirmek istiyorum'' 

Purgatory | yoonkook ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin