+Simsiyah Ajanda+

2.1K 240 116
                                    

Annem odamıza gelen bayan Kang Hyo Mi'yi danışmaya sorup gerçekten bu hastanede kayıtlı bir oğlu olduğunu öğrendikten sonra Ho Seok'un kaldığı odaya gelmiş, güler yüzü ve sevecen tavrıyla öğrendiği bilgileri bize aktarmıştı. Daha sonra Ho Seok'un yanında kalacak kişi olarak ben seçilmiştim. Seçilme şeklim gayet basitti; annem, Ji Woo, Ho Seok'un annesi ve Hyo Mi adlı bayandan oluşan dört kişilik kızlar grubu arasında tek erkek olarak kalmak istememiştim. Kim bilir tanışma bahanesiyle ne kadar dedikodu yapacaklardı, kaç bardak kahve içip kaç tabak kurabiye yiyeceklerdi... Gerçekten kurabiye haricinde kalanları çekecek durumda değildim doğrusu. Kurabiyeye ise her zaman olduğu gibi yine tüm kalbimle açıktım. Kim kurabiyeye hayır diyebilirdi ki?

Ho Seok'un annesi tanımadığı birinin böbrek bağışında bulunması nezaketine karşı o kadar duygulanmıştı ki dakikalarca ağlamıştı bayan Hyo Mi'nin omzunda. Bu sırada Ji Woo ağlamamak için zor duruyor ve bana tutunuyor, annem ise başka bir gün gece nöbetine kalmak şartıyla yardımsever bayanın evine gitmek için izin alabilmişti. Hastane kuralları cidden katıydı. Uzun yıllardır çalışanları olan anneme karşı bile yumuşak davranmıyorlardı.

''Yoon Gi'' diyerek uyanan Ho Seok'a döndüğümde halsiz ve bitkin olduğunu gördüm. Yaşadığı şey elbette kolay değildi, organlarından biri artık yoktu. Üç saat boyunca baygınca yatmıştı onca bıçağın ve maskeyle kapalı yüzün altında. Hastanenin o metalik ve kimyasal kokusunu dibine kadar barındıran ameliyathanede, etrafındaki maskeli doktorların altında çaresiz bir biçimde beklerkenki korkusunu yüzümde canlandırabiliyordum. Dile kolay üç saat, ona narkozun etkisinde olduğundan dolayı kim bilir ne kadar kısa gelmişti. Belki nefes alıp vermek kadar, belki de göz açıp kapatmak kadar...

Soru kalıbı kullanmasam bile ses tonum soru sorar tarzdaydı ''Efendim?'' 

Öksürüp ''Konuşmamız gerekiyor'' derken yattığı yerden hafifçe doğrulduğunda ona yaklaşıp yastığını düzelttim. Daha önceden başını koymuş olduğundan dolayı yamuk yumuk bir hal alan bembeyaz yastığı alıp sırtını yerleştirmesi için duvara doğru tuttuktan sonra en rahat pozisyonunu bulmasını bekledim. Ellerinden destek alarak kalçası üstünde kaydı, sırtını yastığa iyice gömdü ve derince iç çekti. Bütün bunları yapması dikişlerini ağrıtmış olacak ki elini artık yerinde olmayan böbreğinin üstüne koyarken yüz ifadesi buruş buruş bir hal aldı. 

Ho Seok tamamen yerleştiğinde yatağın herhangi bir boşluğuna oturdum ve ''Dinliyorum'' dedim sesime hakim olan nazikliği korurken.

''Park Ji Min'le konuştum'' dört kelimelik cümleyi saniyeden daha kısa bir sürede kurduğunda şaşırdım. 

Bunun nasıl mümkün olduğunu bilmiyordum. Ona Ji Min'den hiç bahsetmememe rağmen adını bilmesi, gözlerimle yok oluşuna şahit olmama rağmen konuştuklarını iddia etmesi ve tüm bunları ciddi bir yüz ifadesiyle yapması beynimin hangi kısmıyla yönetildiğini bilmediğim merak duygumu çalıştırıyordu. Hatta öyle bir seviyeye çıkarıyordu ki, beynim kemirgen bir hayvan tarafından ısırılıyormuş gibi hissediyordum. Sanki keskin dişlerini beynimin muazzam kıvrımlarında gezdiriyordu ve yaptığı şey hormonlarımı harekete geçirip soru sorma isteğimi hat safhaya çıkarıyordu. 

Merak seviyem kademe kademe artmaya devam ederken sordum ''Nasıl biriydi?''

İlk önce düşündü ve ''Boyu neredeyse senin kadardı, gözleri gözükmeyecek derecede çekikti ve sesi de tıpkı görünüşü gibi şirindi'' derken gülümsedi. 

Anlattıklarını hafızamda kalan kadarıyla eşleştirip ''Ne konuştunuz?'' dedim çünkü aynı Ji Min'den bahsettiğimize kanaat getirmiştim. 

''Çok uzun, nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum'' demeden önce iç çektiğinde gerçekten uzun olacağını düşündüm. 

Uzunca konuşacağımız kesinleştiğinde oturuşumu daha rahat hale getirmek amacıyla tek bacağımı kendime çekip elimle destek oldum. Diğer bacağım aşağı doğru sallanırken konuşmamıza kaldığım yerden devam ettim ''En ince ayrıntısına kadar anlat'' 

Purgatory | yoonkook ✔Where stories live. Discover now