Day 7 / There is mucus in your nose

6.7K 785 1.6K
                                    

Aradan iki gün geçtiği halde Jimin gelmemişti. Birkaç saat sonra dükkanı kapatacaktım, gözlerimi kapıdan alamıyordum bu yüzden.

Acaba bana küsmüş müydü? Yok canım daha neler, işi vardır belki de. Ama onun ne işi olabilir ki ya! Bu ne demek şimdi, işsiz güçsüz gibi mi gözüküyor çocuk? O anlamda demedim ama...

Harika, zihnim ikiye bölünmüş gibi kavga etmeye başladı bir de. Durumun ciddiyetinin farkında mısınız?

"Pişt, Jungkook." oturduğum bekleme koltuklarından arkadaşıma çevirdim kafamı ona sarmak için, başını kasaya koymuş uyuyordu. Ah, nasıl da uyandırıp delirtmelik bir pozisyon.

"Mesai sırasında uyunur mu lan?" sesimi yükseltince yerinden sıçradı, gözlerini bile açmadan kaşları hafif çatık kafasını salladı öylece. Tamam, tatlı bir görüntü, kabul.

"Ne var ya," dedi ama ağzında öyle gevelemişti ki kelimeleri şu üç parça cümleyi anlamak için ekstra çaba sarfetmem gerekmişti.

"Sus, kalk toz falan al."

Sinirini çocuğundan çıkartan baba gibi olduğumun farkındayım ama ne yapayım, dedim ona ben baba çeyreğiyim diye önceden.

"Beş kere toz aldırdın bana zaten bugün." dedi daha ayık bir sesle.

"İyi, altıncıyı alman için güzel bir zamanlama."

"Şakaysa komik değil, değilse daha da komik değil. Ama umarım şakadır." ters ters konuşunca son kez kafamı ona çevirdim, depresif ruh halimden ötürü patlamaya hazır bir bombayı andırıyordum ve bu durumlarda benimle zıtlaşmaması gerektiğini biliyordu o.

"Hala oturuyor musun sen?" kaşlarımı çattım, birkaç saniye keskin bakışlarımız çarpışsada kazanan ben oldum.

Olmayıp ne yapacağım, para veriyorum ben bu çocuğa para. Boru mu?

Yerinde kalkıp ayaklarını sürüye sürüye toz aldığı bezi eline alıp masaları silişini izlemeye başladım, hem siliyor hem homurdanıyordu.

Genel olarak bana ve bu işi almayı teklif ettiği güne sövüyor da diyebiliriz.

Normalde bu durum beni çok eğlendirirdi, onun bu halini izler kikir kikir gülerdim. Ama şu an, kafam öyle doluydu ve vicdanımın üzerinde öyle büyük bir kaya parçası vardı ki, Jungkook'a bir süre baktıktan sonra kafamı tekrar kapıya çevirmiştim. Bacaklarımı sarkıttığım koltukta kafamı duvara yaslamış, öylece bakıyordum, hatta şöyle diyeyim; gözlerimi siliyordum arada hüzün akıyor sanıp.

Çünkü Jimin'i ondan hoşlanmış olma ihtimalimin ağlatmış olma ihtimaline ağlamıştım dün gece ciddi ciddi.

Evet, farkındayım, baya komplike bi durum.

"Taehyung," dedi arkadaşım beni dalıp gittiğim kapıdan alırken.

Yüzünde garip bir ifade vardı ama anlam çıkarmak istemedim, pek hayra alamet gözüktüğü söylenemezdi çünkü.

"Gelmeyecek galiba."

Bir dakika.

Jimin'in yolunu gözlediğim bu kadar belli mi ya?

"Birinin yolun gözlediğimi falan mı sanıyorsun? Yok öyle bir şey." cümleleri peş peşe sıralarken inanmayan gözlerle bakıyordu bana.

Kafasının çalıştığı tek konu buydu çocuğun, o yüzden kanmıyordu, şaşırdık mı? Hayır.

Ama yine de, kabul edemezdim ya öyle ulu orta. Tamam ben size anlatıyorum falan da, kendime bile kabul ettiremiyorum ki bu düşünceyi.

Jungkook elindeki bezi sertçe can masaya bıraktı sonra, ambiyans daha farklı olsa 'lan su lekesi kalır, kurula!' derdim ama o bana doğru hızlı hızlı yürürken patronluk taslamak pek yakışık almazdı yani.

Loser × vminWhere stories live. Discover now