[X]-9

853 94 42
                                    

Gözlerimi araladım. Kalbimde hissettiğim eksiklik ve vücudumun ruhsal nedenlerden kaynaklanan yorgunluğu, bana önceki gece neler yaşadığımı düşündürdü. Ne olmuştu? Kaza yapmış ve kayıplar yaşamış gibi, eksik ve ağrılarla dolu hissediyordum. Yorganımı üstümden kaldırmaya bile mecalim yoktu.

Ne yaşamıştım?

Zihnimi zorladım. Beynimi, hafızamı zorladım. Daha önce hiçbir sabah hissetmediğim bir hisle yatağa sabitlendiğimi fark ettim, unuttuğum bir şey vardı. Unuttuğum, çok önemli şeyler vardı ve bir tatil sabahı bu hisle uyanmak benim için hiç mi hiç normal değildi.

Unutkanlığım büyük bir günahmışçasına üstüme çöken ağırlık, unuttuğum şeyin ne kadar değerli olduğunu anlamamı sağlıyordu. Değerini anlamak ise, onu hatırlayamadığım her saniyeyi daha sabırsız geçirmeme ve kendimi suçlamama neden oluyordu. Düşündükçe ve zihnimi zorladıkça, hatırlamaya daha çok yaklaştığımı ancak hatırlamaktan bir o kadar da uzak olduğumu hissediyordum. Beynimi daha ne kadar uzun süre bu hatırlamaya çalışma durumunda kilitli bırakabilirdim bilmiyordum, tek yapmam gerekenin bu olduğunu bilsem de içten içe beni ele geçiren pes etme duygumla savaşıyordum.

Zorlukla yukarı kaldırdığım kolumu gözlerimle süzüp elime, tırnaklarıma ve parmaklarıma baktım; avucumun içini kendime çevirip yavaşça yüzüme yaklaştırdım. Aklımdan elimi yüzüme kapatmak geçiyordu, ancak elime karalandığını fark ettiğim siyah yazılar dikkatimi çektiğinde elimi durdurdum. Gözlerimi kısarak yazıyı okumaya çalıştım. Ancak sanki tam yazılamamış, sonlandırılmadan hemen önce bırakılmak zorunda kalınmış gibi yarımdı yazı. Min. Kısa hecenin sonunda, kalem yanlışlıkla kaymış gibi uzun ve yamuk bir çizik vardı. Kim yazdıysa, henüz tamamlayamadan çabucak gitmek zorunda kalmış olmalıydı.

Heceyi düşündüm. Sonrasında neyin gelebileceğini, hecenin ne ile alakalı olabileceğini düşündüm. Elimin yavaşça yüzüme düşmesine, hecenin kapattığım gözlerime yapışmasına izin verirken aklıma bir isim gelmişti. Minhyuk. İsim, fısıltı halinde ve bir rüzgar gibi zihnimi yalayıp geçtiğinde kalbim tekledi, aniden gözlerimi açtım. Yerinden çıkacakmış gibi hızlı atmaya başladı kalbim, zihnimde beliren silüetin o ismin sahibi olduğunu biliyordum.

Yüz hatları belirginleşti; gözleri, dudakları ve burnu yüzündeki yerini kesinleştirdikçe ve gözlerine giren saçlarının ardındaki kirpikleri ince çizikler halinde yavaş yavaş görünür oldukça heyecanım arttı. Ten renginden daha beyaz olan saçlarından da emin olduğumda, yutkunmamla birlikte, boğazıma bir yumru oturdu. Yumru nefes almamı olabildiğince zorlaştırıyordu.

Oydu işte. Zihnimde beliren yüz ve beden, o silüet O'na aitti. Minhyuk.

Birkaç dakika önceki halsizliğimin aksine, bedenim öyle bir güçle doldu ki yüzümdeki elimi indirdiğim gibi yataktan fırladım. Koşarak odamdan çıktım. Üstümdeki incecik beyaz gecelikle, yarı karanlık evin içinde deli gibi koşuşturuyordum.

Ailemin evde olmadığına şükrettim, bu halimi görseler ne düşünürlerdi bilemiyordum.

Mutfağa girdim ve musluktan doldurduğum bir bardak suyu olduğu gibi yüzüme çarpıp kendimi yere bıraktım. Elimdeki cam bardak parmaklarımın arasından kayıp yerde yuvarlanarak benden uzaklaşırken, mutfak duvarındaki saate baktım. Saat on ikiydi.

Sırt üstü uzandığım yerde gözlerimi tavana sabitledim ve düşünmeye başladım.

Altı saat olmuştu.

Bir şey olalı, altı saat geçmişti.

Fakat ne olalı altı saat geçmişti, bilmiyordum.

vampire: lee minhyukWhere stories live. Discover now