Issız Diyar

14.6K 259 61
                                    

ETİN YOLU

Karanlık ladin ormanı, içinden geçen buz tutmuş nehrin iki yakasına da kaşlarını çatmıştı. Az önce esen rüzgârın beyaz buzdan giysilerini soyduğu ağaçlar, giderek azalan ışıkta, kara ve uğursuz biçimde birbirlerine eğilmiş gibi görünüyorlardı. Derin bir sessizlik egemendi tüm o diyara. Her yer kasvete bürünmüştü, cansızdı, hareketsizdi; yerin ruhu o kadar yalnız, o kadar soğuktu ki, hüzünlü bile denemezdi ona. İçinde ufacık bir kahkaha kırıntısı vardı ama hüzünden de beter bir kahkahaydı bu; Sfenks'in tebessümü kadar donuk, buz gibi soğuk, yanılmazlığın kibirli güvenini ve nemrutluğunu taşıyan bir kahkaha. Sonsuzluğun egemen ve ketum bilgeliği, hayatın nafile gayretine, yaşamın beyhudeliğine kahkahalarla gülüyordu. Orası Issız Diyardı, yabandı; orası buz kalpli Kuzey Topraklarıydı.

Ama hayat vardı. O diyarda da vardı ve meydan okuyordu. Donmuş nehrin alt tarafında bir sıra yırtıcı köpek büyük zorlukla ilerliyordu. Kabarmış tüyleri kırağılanmıştı. Nefesleri ağızlarından çıktığı anda havada donuyor, buhar zerreciklerine dönüşüp kürklerinin üzerine konarak buz kristalleri haline geliyordu. Köpeklerin üzerinde deri koşumlar vardı ve o koşumlar, arkalarında çektikleri kızağa kayışlarla bağlanmıştı. Kızak ayaksızdı. Dayanıklı huş ağacından yapılmıştı ve tüm tabanıyla kara oturuyordu. Bir dalga gibi yükselebilecek yumuşak karı bastırıp altına almak için ön ucu yukarı doğru kıvrık yapılmıştı. Üzerinde itinayla bağlanmış uzun ve ince bir diktörtgen sandık duruyordu. Başka şeyler de vardı kızakta; battaniyeler, bir balta, bir çaydanlık ve bir tava ama en önemli ve en çok yer kaplayan şey, o uzun, ince dikdörtgen sandıktı.

Köpeklerin önünde, geniş kar raketleri üzerinde zolukla ilerlemeye çalışan bir adam vardı. Yol almak için aynı şekilde didinen ikinci adam, kızağın arkasından geliyordu. Kızaktaki sandığın içindeyse hayat gailesi artık sona ermiş başka biri, Issız Diyarın fethedip bir daha asla hareket ve mücadele edemeyecek şekilde yere çaldığı üçüncü adam yatıyordu. Issız Diyar hareketi sevmez. Hayat buna karşıdır, çünkü hayat, hareket demektir. Issız Diyar ise hareketi yok etmek ister hep. Denize koşmasın diye suyu dondurur, kalplerine kadar buz gibi olana dek ağaçların özsuyunu çeker alır. Ancak Issız Diyarın en beter zalimliği eziyet ederek, ezerek insana boyun eğdirmesidir; insan ki hayatı en kıpır kıpır yaşayan ve hareket sonunda mutlaka nihayete erecektir hükmüne her daim başkaldırandır.

Kızağın önünde ve arkasında yılmadan, boyun eğmeden çabalayan iki adamsa hiç de ölü değildi. Vücutlarını kürklerle ve yumuşak derilerle örtmüşlerdi. Kirpikleri, yanakları ve dudakları, donmuş nefeslerinin oluşturduğu buz kristalleriyle öylesine kaplanmıştı ki yüzleri ayırt edilemiyordu. Bu halleriyle hayaletler âleminden bir varlığın cenaze levazımatçılarıymış ve yüzlerine hortlak maskesi geçirmiş gibi görünüyorlardı. Ancak tüm bunların altında insandı onlar; kasvet, küçümseme ve sessizlik ülkesinin içlerine sokularak uzayın dipsiz boşluğu kadar uzak, yabancı ve nabzı atmayan bu diyarın gücüyle boy ölçüşmeye kalkışmak gibi dev bir maceraya atılmış küçük maceracılardı.

Hiç konuşmadan, tüm nefeslerini bedenlerinin çalışması için saklayarak seyahat ediyorlardı. Her yere, elle tutulur varlığıyla üstlerine abanan bir sessizlik hakimdi. Derin sulara dalan dalgıcın bedeni yüksek basınçtan nasıl etkilenirse, onların da zihinlerini öyle etkiliyordu bu sessizlik. Sonsuz enginliğinin ağırlığıyla ve değişmez buyruğuyla eziyordu onları. Kendi zihinlerinin en ücra köşelerine iterek sıkıştırıyor, gözü hiçbir şey görmeyen doğanın muazzam güçlerinin itiş-kakışları arasında küçük kurnazlıkları ve azıcık bilgelikleriyle kıpırdanıp duran ufak ve sınırlı zerrecikler olduklarını anlayana kadar, insan ruhunun kendine boş yere yüklediği ne kadar aşırı değer, ne kadar sahte heyecan, ne kadar nafile yücelik varsa, üzümün suyunu çıkarır gibi ezerek çıkarıp alıyordu onlardan.

Beyaz DişWhere stories live. Discover now