33. DÜŞ DEĞİL ALP SOKAĞI

20.6K 1.2K 1.4K
                                    

Bulutların pamuk şekerler gibi asılı kaldığı, güneşin sıcak bir altın tepsi gibi yeryüzüne yansıdığı, ayın buz kütlesi gibi bazen görünüp bazen kaybolduğu, kuşların onların yerinde olmayı istetecek kadar özgürce gezindiği yerdir gökyüzü. Ona göndermeye çalıştığınız en ufak kağıt parçasını bile kabul etmeyip yavaş yavaş, kibirle size iade eden bağımsız bir sonsuzluktur gökyüzü.

Hayatın onlarca sıkıntısını onu izleyerek atmaya çalıştığımız bu huzur yuvasının uzayla karışma noktası bulunduğumuz noktadan 900 km uzaktadır. Yani her seferinde dokunsak ulaşacakmışız hissi veren mavilik huzurlu olduğu kadar aldatıcıdır. Yolcu uçaklarının bile ulaştığı en büyük yükseklik 12.2 km iken biz aciz insanlar dokunarak ulaşamazdık.

Ona ulaşmak bu kadar zordu ama o hisse gökyüzüne dokunmadan sahip olmak gönül işiydi. Emre, Alp'in omzuna kafasını koymuş halde Yavuz'un kullandığı aracın arka koltuğunda ulaşmıştı en zirveye, gökyüzüne.

Alp ile bindikleri uçağın hayal bile edemeyeceği sonu Ankara'nın asfalt yollarında bulurken yıllarca gökyüzünün hayalini kuran Hezarfen Ahmet Çelebi'ye el sallıyordu.

"Hezarfen, kanat takmadan da uçabilirmişsin."

Bazen yağ gibi kayan, bazen tümseklere takıla takıla ilerleyen araçta Alp'in eli kendi elini sarmışken Ankara'ya yakışmayan bir güneş perdesini örtmüş gözlerini rahatsız ediyordu. Klimanın serinliği yüzüne vururken zıtlıkların her yerde insanı yakaladığına bir kez daha şahitlik ediyordu.

Yol yorgunluğu dediğimiz kavramı uçaktakiyle eş halde Esenboğa Havaalanı ile Alp'in evinin bulunduğu Tunalı arasındaki yolda elde ediyordu. Daha ne kadar yolları vardı bilmiyordu ama şimdiden yarım saat olduğunu düşünüyordu. Alp'e yakın olmaktan memnun olsa dahi göz kapaklarını aşan ışınlara karşı beyaz bayrağı salladı.

"Ulan Ankara'da bu güneşin ne işi var?"

Yanındaki Alp'ten ve sürücü koltuğundaki Yavuz'dan küçük kıkırtılar kazanırken zorlukla başını sevgilisinin omzundan ayırdı.

"Buranın yalancı güneşi meşhurdur, bilmiyor musun?"

Mahmurlukla gözlerini ovup başını sağa sola sallarken lisede Anıtkabir gezisi için geldiği zamanı hatırladı. Kış mevsimiydi ve güneşin g'si bile yoktu. Kara eşlik eden bir ayaz vardı sadece. Boynunu kıtlatırken gerinip kendine gelmeye çalıştı.

"Nesi yalancı bunun? Bildiğin beynime kadar her hücremi yaktı amına koyim."

Alp ellerini önünde birleştirip gerinirken Yavuz dikiz aynasından onlara göz atıp tekrar yola döndü.

"Ankara bu yaz normalden daha sıcak, haklısın."

Yavuz'un bakanlıkta memur olan babasının aracında öylece ilerlerken bu yolun sonunda Alp'in babasıyla tanışacak olduğu gerçeğini göz ardı etmeye çalışıyordu. Çünkü tatilini daha başından çok az bir süre göreceği adamın etkisiyle kendine zehir etme taraftarı değildi. Aslında planları birkaç gün burada takılıp sonra başbaşa tatil yapmaktı. Eğer kumrala uyarsa onu da almayı düşünüyorlardı. Bu yüzden hazır fırsatları varken sormak istedi.

"Yavuz, birkaç gün sonra tatile gitmeyi düşünüyoruz. Sen de gelsene."

Emre'nin sözüyle dikiz aynasından bir çift bal arkadaki ikiliye döndü.

"Vayyy erken balayı yani."

Gevşek gevşek sırıtan adamın kafasına Alp bir şaplak atarken Emre gözlerini devirdi.

"Ulan, bir kere de işi sulandırmadan cevap versen ölür müsün?"

Alp'in haklı isyanına başını ovan adam gülerek cevap verdi.

YAKAMOZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin