a girl who you left behind

1K 72 18
                                    

Komutan Malik, ağzına aldığı purosunu soğuk havaya karşı tüttürürken düşüncelere dalmıştı. Andorra Kasabası'na geleli fazlaca bir zaman olmamıştı. Yapılan yolsuzluk ve ihanet sonrası kendisine bağlı küçük çaptaki birliği ile isyan bastırmaya gelmişti. Şimdilik herhangi bir sorun yoktu, dava dosyalarını incelerken zaman akıp gidiyordu ve kayıp birkaç isim dışında düzen sağlanmıştı. Derin bir nefes alıp kasabayı eski haline geçirebildiği için sevinse de, aklı hala listenin kalanındaydı. Kral Lecter'e karşı isyan başlatan grubun lideri ortalarda görünmüyordu, onun sadık birkaç adamı dışında bir de kız çocuğu arıyorlardı; Bellatrice.

Çenesi seğirdi, eski belediye başkanının kızı sırra kadem basmıştı adeta, tüm kasaba onun geri dönmesi için meydandaki çeşme önünde toplanmış dua ediyor ve her yere küçük mumlar dikiyordu. Komutan daha bu sabah oradan geçmişti ve eskiyen çiçeklerin solmaya başladığını, çürüyenlerin etrafa bıraktığı o pis kokuyu alınca midesinin bulandığını fark etmişti. Komutan bütün bunların boş bir çaba olduğunu kasabalıya söylemek istemişti, Andorra'nın etrafı sarp, dik kayalıklar ve derin uçurumlardan oluşuyordu. Herhangi birinin, özellikle de gencecik bir kızın doğru yolu bilmeden oradan çıkmasının, sağ olarak çıkmasının imkanı yoktu fakat Komutan, bunu anlatmakla zaman kaybetmek yerine sadece, "Çok yazık." demekle yetinmişti.

Bir de pazar yerini teftiş ettiği sırada gördüğü o güzel vardı tabi. Purosunun dumanında yüzü beliren, havaya karışarak hızla yok olan o güzel kızın güzel gözleri.. Komutan kalbinin hızlandığını hissetti, kızın utangaç bakışları ve ürkek, kaçmaya hazır tavırları dikkatini çekmişti. Yüzünü mümkün olduğunca gizliyordu ama o delici mavi renkli gözleri saklamanın imkanı yoktu. Sanki bütün gök, gözlerinde toplanmış gibiydi. Ağır aksak hareket ediyordu, yürüyüş şekline bakarak onun hamile olduğunu kolaylıkla söyleyebilirdi. Ve bu düşünce, Komutan'ı nedensiz bir şekilde sinirlendirdi.

Karnı başkasının çocuğuyla şişmiş.

Komutan arsız, aynı zamanda öfke dolu bir ifadeyle üfledi purosunu. Nedensiz bir istekle, delicesine o kızı arzularken buldu kendini. O mavi gözlerin ürkekliğini teninde görmek istedi, pamuk renkli ellerinin verdiği hissi özlemle andı. Hayal görüyordu oysa, istediği tek şey o kızı yatağına almaktı. İçini çekti, her ne pahasına olursa olsun o kızı bulacaktı. O kıza sahip olacaktı.

"Yüzbaşı." Kendinden rütbe olarak küçük olan asker karşısına dikildiğinde Komutan, "Ben de sizi çağıracaktım." dedi ancak Yüzbaşının acelesi vardı. "Efendim." Yüzünde gergin bir ifade vardı, sinirleri bozulmuş gibiydi. "Eşiniz.. çok üzgünüm." Komutan kara düşüncelere daldı, Vera hamileydi. Doğurmak üzereydi ve belli ki olan olmuştu. İçinden çok da fazla duygu geçmemişti aslında. Vera saygılı, ölçülü bir kadındı ama onu sevdiğini söyleyemezdi. Diplomatik bir evlilikti, söz konusu karşılıklı zevk oluncaysa sınır tanımayan bir seks yaşantılarına sahiptiler. Ancak hepsi bu kadardı, aşk yoktu. Hatta Komutan birkaç kez, Vera'nın kendini başka adamların kollarına bırakırken bile görmüştü ancak üstünde durmuyordu. Ahlaksız bir kadınla yapılan diplomatik bir evlilik dedi sadece kendine, çocuk kendinden olmayabilirdi de. Yine de sordu.

"Ya çocuk?" Yüzbaşı, Komutan'ın yüzündeki kayıtsızlık dolu ifadeyi görünce irkildi, bu adamda gerçekten de kalp denilen şeyden biraz bile yok muydu? "İyi.." dedi Yüzbaşı. "İkiside." Komutan'ın dikkati Yüzbaşı'nın sözlerinde toplandı, ikisi de mi? "Bir kızınız ve bir oğlunuz oldu efendim." Komutan hala tepkisizlik içindeydi, sadece başını salladı ve sakin bir sesle. "Gidelim." dedi. Karargah, eski belediye başkanının evine, bu da Komutan'ın görev boyunca konakladığı yer demekti, yakın sayılırdı. Arabayla birkaç dakika. Ancak kasabaya henüz araba gelmemişti, idareten at arabalarını veya atların direkt kendilerini kullanıyorlardı. Komutan siyah renkli, parlak bir Arap atının üzerine yerleşerek zaman kaybetmeden sürdü. At dolu dizgin, olanca hızıyla koşuyor, ayaklarındaki nallar arnavut kaldırımı yolda tatlı bir tıkırtı bırakıyordu. Komutan düşünceliydi, çenesinin altına küçük bir sızıntı gibi ulaşan sakalını okşuyordu. Kafası karışmıştı, köşeye sıkışmış gibi hissediyordu kendini. O mavi gözlü güzel kız ile, Vera'nın durumu arasında gidip geliyordu. Mavi gözlü kızı arkasında bırakmaya karar verdi.

Öte yandan, o mavi gözlü kız, Bellatrice de aynı gece doğum sancısına tutulmuştu. Evli değildi, çocuk yaştaydı ve yanlış bir şeyler yapmıştı. Üvey babası öldükten sonra Diego ile kaçmış, bu esnada hamile olduğunu öğrenmiş ve bunu sevgilisiyle paylaşmıştı. Diego, pek sevinmişe benzemiyordu ancak olumsuz bir şey de söylememişti.

"İyi olacaksın." dedi sadece, "Merak etme. Yanındayım." Bellatrice bu sözün arkasında yatan gerçek anlamı merak etse de o anda üstelemedi, canı çıkıyordu sanki yüreğinden. Diego'nun bulup getirdiği alelade bir kadın kendisine yardımcı olmaya çalışıyor, bebeğini doğurtmak için çabalıyordu. Bellatrice öleceğini sandı, öleceğine bahse girerdi.

"Canım yanıyor." Bellatrice bunu fısıldar gibi söylemişti. Diego odanın içinde dört dönerken karnına giren sancıyla küçük bir çığlık attı. "Başını gördüm!" dedi kadın. Bellatrice artık sonundaydı, elinden geleni yaparak bir kez daha bebeği itti. Odadaki sessizlik bir anda yerini ince, derin bir sese bıraktı. Birisi içini çeke çeke ağlıyordu. Bebek, dünyaya gelmişti.

"Kız." dedi kadın, kucağında duran bebeği örtüye sararken. Bellatrice ağlamaya başladı, bu mutluluk paha biçilemezdi. Anne olmuştu, dünyada en çok olmak istediği role bürünmüştü sonunda. Ama Diego öyle görünmüyordu. Bellatrice'in midesi düğümlenir gibi oldu, genç çocuğun gözlerindeki tuhaf parıltıdan hoşlanmamıştı. Bebeğine sıkı sıkı sarıldı, Diego'nun alevlenen bakışları karşısında içini tuhaf bir korku kaplamıştı. Bebeğini içine sokarcasına kendine çekti. Mutluluğu yarım kalmıştı.

Komutan eve vardığında hizmetkârlar girişin iki yanında sıra olmuş bir şekilde, başları yerde, yüzlerinde üzgün bir ifadeyle bekliyordu. Ev ışıklandırılmamıştı. Loş saydamlıkta, havada süzülen yalnızlıkta Komutan huzursuzlukla doldu, derinden, içerdeki odalardan birinden peş peşe iki ağlama yükseliyordu. Bebek ağlamaları dedi içinden. Çocukları ağlıyordu.

Vera'nın odasına girdiğinde şapkasını çıkartıp kolunun altına aldı, anlaşmalı evlilik yapmış olmasının bir kadının ölüsüne olan hatırasını zedelemesine izin vermezdi, saygı göstermesi gerekiyor gibi hissediyordu. Askerleri öldüğünde bile bunu çok görmezdi, en azından bunu hak ediyordu. Ona iki çocuk vermişti.

"Yüzbaşı," kadının solgun, mor renkli yüzünden gözlerini alamıyordu. "Gerekenlerin yapıldığından emin olun." Asker başıyla selam verdi, Komutan evden uzaklaşmak istiyordu, bu gece karargahta kalsa daha iyi olacaktı. Ancak onu biri durdurdu. Çocuklarını görmek bile istememesi, çevresindeki vicdanlı insanları rahatsız etmişti. "Süt," dedi Yüzbaşı. "Çocukların süte ihtiyacı var efendim. Ne yapmamızı-"

"Yüzbaşı." Komutan'ın sesi otoriterdi. "İşime karışılmasından hoşlanmam." Yüzbaşı başını eğerken içinden, duyulmayacak kadar derinden küfür etti. Orospu çocuğu.

"Ne lazımsa onu yapın." dedi Komutan sonunda. "Bir süt anne bulun."

Aynı anda iki farklı evin kapısı çarpıldı. Birinde karısının cenazesini ve iki çocuğunu arkasında bırakıp kaçan bir adamın, diğerinde sevgilisinin kaçırdığı bebeğinin arkasından ağlayan bir kadının kalp sancısı vardı.

Bellatrice bebeğini kaybetmişti, Komutan ise saygınlığını.

Merhabalar!

Bu bölüm biraz daha anlaşılır olsun, nasıl geliştiği görülsün diye bir geçiş bölümü. Umarım beğenirsiniz. Diğer bölümlerde görüşmek üzere!

Serçe | ZaynMalikWhere stories live. Discover now