7

438 31 0
                                    

Filmden sonra Kai ve ben eve gitmiştik. Hemen uyumaya gittim. Açıkçası film beni yormuştu, tabii Kai konusunda emin değilim. 

Artık ne gördü de rahatsız oldu bilmiyorum ama benimle konuşmadı. Eve sürerken ve yolda yürürken hep sessizdik. Bunun hakkında konuşmadık, zaten yapmak istediklerimizin başını da bu konuda konuşmak çekmiyordu.

Sessizce uyandım ve gözlerimi ovuşturdum. Kai'ye bakmak için yana döndüm. Hala uykudaydı , bu yüzden ben de istemsizce omuz silktim ve kalkıp tekerlekli sandalyeme yerleştim. 14 gün daha, ha? Ne yapmalıydık? Lotte World'un bugün açık olduğunu duydum... biraz çocukça ama neden olmasın, değil mi?

Mutfağa gidip kendime biraz mısır gevreği koydum ve yönümü koltuğa çevirdim. TV izlerken yemeğimi yiyordum. Biraz sonra Kai zar zor yürüyerek geldi ve esnedi. Uykulu gözlerle bana baktı ve kendi yemeğini yapmaya gitti. İşi bittiğinde yanıma geldi ve oturdu. 

"Ne izliyorsun?" Ağzını kaşık dolusu mısır gevreğiyle doldurmadan önce sordu. Ona baktım ve gülmemek için kendimi zor tuttum.
" Bikaç şov sadece. Bugün meşgul müsün?" Diye sordum merakle, gizlice olaya onun işinin karışmamasını umaraktan.
" Oh evet. Bugün işe gitmem gerekiyor, gerçi yarın boşum." Dedi ağzında kaşık dolusu gevrek varken ve gülümsedi. Ona gülmeye başladım ve kusacakmış gibi yaptım. Beni hafifçe dürttü ve o da güldü. 
" Oh."
" Neden sordun?"
" Bilirsin işte, merak."diye yalan söyledim. 

Başıyla onayladı ve giyinmeye gitmeden önce tabağını tezgaha koydu. İç çekip ben de tabağımı koydum ve koltuğa yerleştim. İş yüzünden çoktan planım bozulmuştu. Doğru ya gerçi, onun işini bozmak için yaşamıyorsam ne için yaşıyorum? Sonuçta bu benim suçumdu değil mi?

İç çekerek koltuğun kenarına doğru yayıldım ve Kai'nin beni de işe götürmesi için onu bekledim. Kai beni genelde işe götürürdü çünkü kendime bakamayacağımı ve aptalca bişey yapacağımı düşünürdü. Diyorum ki, bariz bir şekilde pek bi şey yapamam ki zaten, ne kadar kötü bir şey yapabilirim? 

Oh evet, bu doğru, önemsediğim birini korumak için arabanın altında kaldım. Onu önemsiyorum ama o zamanlar onu pek tanımıyordum ki...
Yoksa onu daha fazlasıyla, farklı şekilde mi düşünmüştüm? 

Onun için böyle hislerim olmalı mı? 

Benimle ilgilenirken ki içimde olan o sahip olduğum hisleri ben bile bilmiyorum. Okulda ve sokakta beni bilmediği halde bana zorbalık yaptıkları tüm o zamanlar...

Kai her zamanki beyaz önlüğü ve gülüşüyle geldi. Ona garipçe bakıyordum ama o sadece beni arabaya bindirdi ve hastaneye gittik.

Acaba şimdi ne olacak merak ediyorum... sıradan bir gün? Umarım değildir. Bana pek de eğlenceli görünmedi. Hafifçe iç çektim ve camdan dışarı baktım. 
Güney Kore iyi görünüyor, bir şekilde Kanada'dan daha iyi. Gerçi burası hakkında pek bi duymuşluğum bilmişliğim de yok...

Oraya vardığımızda Kai beni odasına götürdü. Orada oturup sadece bekledim. Hastanede yapılacak pek bi şey yok. Burada oturmak pek de ilgi çekici olmadığı için sanırım gidip diğer odaları ziyaret edebilirim. 

Myungsoo adlı çocuğun 107 nolu odasına doğru ilerledim. Icerı kapının eşiğinden göz attım ve hemşirin Myungsoo'yu beslediğini gördüm. Kapının kenarına tıkladım ve girdim. Hemşir bana gülümseyerek baktı, Myungsoo ise garipçe bakıyordu. 

" Merhaba, ben Li Jiaheng. Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sadece biraz yalnızdım." Dedim üzgünce. Hemşir endişeli bir ifadeyle doğruldu ve bana baktı. Uzattığı eli sıktım ve gülümsedi. 

" Lee Sungjong." 
Güney Kore'nin insanları dost canlısıydı. Yabancının teki gelip hastanede sizi rahatsız etse bile.

" Kim Myungsoo. "

" Yani yalnızsın?" Diye sordu Sungjong. 
" Evet. Arkadaşım Luhan'ı eğitmekle meşgul."
" Sen Dr.Kim'in arkadaşı mısın? Senin hakkında çok şey duydum!" Şaşkın şaşkın önce ona , sonra sebepsizce Myungsoo'ya baktım. 
" Ne dedi peki? " sesimdeki hevesi gizleyememiştim.
" Oh, senin bir aptal olduğunu." Cevap verirken hiç de tereddüt etmemişti Sungjong. 
" Ne kaba." Homurdandım. 
" Her neyse. Böldüğüm için özür dilerim. Şimdi gidiyorum."

106'ya gittim. Bu odaya da aynı şekilde göz attım ve ikizleri gördüm. İkiside birbiriyle oynuyordu, yan yana yatarken el çırpıyorlardı. Çok mutlu görünüyorlardı, hastanede olsalar bile...

İçeri girip kendimi tanıttım. 
İkisi de aynı bakışlarla bana bakıp gülümsediler.

" Jo Young min."
" Jo Kwangmin."
" Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Neden burada olduğunuzu sorabilir miyim?" Başta birbirilerine sonra da bana baktılar. Youngmin ağzını açtı ama hiçbir kelime çıkmadı ağzından. 
" Ebeveynlerimiz..." dedi Kwangmin. Anında anladım ve bir şey olmadan önce bana söylemelerine gerek olmadığını işaret ettim.

" Hastanede mi yaşıyorsunuz?" Sesimdeki üzüntüyü gizleyememiştim. 
" Evet. Gidecek bir yerimiz yok."
Youngmin bunları derken yatağa bakıyordu. 
" Oh, yalnız olmalısınız." Farkında olmadan cevaplamıştım. 
" Hiç de değiliz aslında. Ben Youngmin'e sahibim, o da bana."diye açıkladı Kwangmin yüzünde koca bir sırıtışla. 

Ne kadar pozitiftiler! Bu bana olsaydı böyle mutlu olacağımı hiç sanmıyorum. Acaba onlara evdeki konuk odasını önersem mi? Hayır bunu yapamam. Aileme sormak ve onlara neden evimizde ikizlerin yaşadığını açıklamak zorunda kalırım. İç çektim ve üzgünce onlara baktım. 
" Zamanım olduğunda sizi ziyaret edeceğim, tamam mı? "
Dedim gülümseyerek. 

Cevap olarak onlar da gülümsedi ve onayladı. Bu benim gülüşümün genişlemesine sebep oldu. Eğer mümkünse, hastaneye gelmekten daha fazla zevk alabilirim. Odaya yapışıp kalmama gerek de olmaz, etrafta gezinebilirim. 

Buradaki insanlar dost canlısı görünüyor.

Chasing CloudsWhere stories live. Discover now