Elindeki mısır paketiyle en arka sıradaki koltuğuna doğru giderken Venüs de arkasından geliyordu. Kendini bildi bileli sinema salonlarında her zaman en arkaya, yani en yüksekte olan yere otururdu. Sanırım nedeni, insanların ona yukarıdan bakmasından hoşlanmıyor oluşuydu.Önünden geçtiği insanlara değmemeye özen göstererek yerine oturduğunda Venüs de yanındaki koltuğa yerleşti. Gösterimde bildikleri bir film olmadığı için en çok hoşlarına gidebilecek olanı seçmişlerdi. Film, fragmanda gördükleri kadarıyla bunalımda olan bir gencin ailesiyle, çevresiyle olan ilişkisini ve neden bir türlü intihar edemediğini konu alıyordu. Niye sürekli 'karamsar' filmler seçtiklerini bilmiyordu. Büyük bir ihtimalle nedeni, üzerine düşünüp konuşulacak daha çok şeyin olmasıydı.
İntihar, genç kesimin her zaman en popüler konusu, ilgi odağı olmuştur. Hatta öyle bir hale gelmiştir ki artık bunu filmlerde işlemenin oldukça sıradan bir olay olduğu düşünülür. Peki ya bu sıradanlaştırılabilecek bir konu mudur? Belki evet, belki hayır. Zaten sorulması gereken soru bu değil, neden bu konunun bu kadar rövanşta olduğudur.
Aslında cevabı basittir bu sorunun. Çünkü herkes bir kere de olsa istemiştir bunu. Tıpkı herkesin en az bir kere birini öldürmeyi düşlemiş, her çocuğun bir kere de olsa ailesinin ölümünü dilemiş ve her ebeveynin en az bir kere de olsa çocuğunun ölümünü istemiş olduğu gibi. Evet, hastalıklı bir düşünce gibi gözükebilir ama gerçektir bu. O yüzden hemen 'Ne diyor bu?' demeyin. Önce düşünün ve sonra kendinize itiraf edin.
Loş ışıkla aydınlatılan salonda yüzünü Venüs'e doğru çevirdi. Onunla konuşmayı fazlasıyla seviyordu. Her konu hakkında bir fikrinin olması onu her defasında hayrete düşürüyor ve bir o kadar da hoşuna gidiyordu. Bu filmi seçmesinin asıl nedeni de buydu. Çünkü ona göre konuşulacak konuların başında kesinlikle ölüm geliyordu. Hasta yakınlarının bunun lafını bile açmaması saçmaydı ona göre. Bu mutlak gerçekti. Olmayacakmış gibi davranarak bir yere varılabilir miydi?
Işıklar kapanıp perde aydınlandığında başını Venüs'e yaklaştırdı. Ama bakışları onda değil, karşısındaydı. Çünkü bu yakınlıkta ona bakarsa, bir şey olacağından değil belki ama, kendi içinde neler olabileceğinin farkındaydı.
"Sinemadayken konuşmadan duramıyorum. Umarım sen de benim gibisindir." dedi kulağına doğru alçak tuttuğu sesiyle.
"Aslında hayır. Ama senin için bunu yapabilirim." Gülümseyerek söylediği cümleyle yüzünü tam olarak çevirmeden bakışlarını profilinde dolaştırdı. Sanki biraz fazla yakındı. Ama bu yakınlık onu rahatsız etmekten çok uzaktı.
Reklamlar bitip film başladığında aralarındaki mesafeyi az da olsa arttırdı. Odaklanmak için yapmıştı bunu. Çünkü onun nefesini yanında hissederken başka bir şey düşünmek imkansız olmuştu. Ne zamandan beri bu böyleydi bilemezdi. Ama ondan başka bir şey düşünebilme süresinin günden güne azaldığı inkar edilemez bir gerçekti.
"Etrafı onu seven insanlarla doluyken ve herkesin isteyeceği bir hayata sahipken bunu istemesinin sebebi ne olabilir ki?" diye fısıldadı ilerleyen dakikalarda. İnsanları rahatsız etmemek adına saçları birbirine değecek kadar yakınlaşmışlardı şimdi. Kokusu burnuna doluyor, aynı zamanda koltuk kenarında duran elleri birbirine değiyordu. Belki de tam olarak şu an insanları bahane ediyordu.
"Ben şımarıklık ve nankörlükten başka bir şey göremiyorum açıkcası." Hayatı boyunca hoşlanmamıştı bu tarz insanlardan. Böyle bir hayatı yaşamak için her şeyini verebilecek insanlar varken, karşısına çıkan en ufak sorunu bile büyütüp, bunu ölümle sonuçlandırmayı isteyenlerin olması fazla adaletsizceydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Venüs'ün Doğuşu//Gay
Teen FictionHayaller, bizi sonu gözükmeyen bir uçuruma sürükleyen, insan beyninin acımasız yansımalarıdır. Ama onun hayali, onları düştükleri çukurdan çıkarmış ve karanlıktan kurtarıp ruhlarını gökkuşağı renklerine boyamıştı. Şimdi ise hissettikleri birinin ad...