VII

5.7K 487 143
                                    

Beşinci gün, küçük prensin yaşamıyla ilgili yeni bir sırrı daha keşfettim. Bu yine çizdiğim koyun sayesinde olmuştu. Sanki bu konuyu uzun süre düşünüp taşınmış gibi, aniden bana: "Koyunlar çalıları yiyorlar, peki çiçekleri de yerler mi?" diye sordu. 

"Önlerine gelen her şeyi yerler."

"Dikenli çiçekleri de mi?"

"Evet, dikenli çiçekleri de."

"O halde dikenler... Dikenler ne işe yarar?"

Bunun cevabını bilmiyordum. Uçağın motorunda sıkışıp kalmış bir cıvatayı sökmekle meşguldüm. Uçağın bozulması canımı giderek daha fazla sıkmaya başlamıştı. İçme suyum hızla azalıyordu ve ben durumun daha da kötüleşmesinden korkmaya başlamıştım.

"Dikenler diyordum... Ne işe yararlar?" diye sordu yine.

Küçük prens, sorduğu sorunun cevabını almadıkça sormaktan vazgeçmiyordu. Bense cıvatayı sökmekle meşguldüm ve aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim: "Dikenler hiçbir işe yaramaz. Çiçekler onları sırf kızgınlıktan taşırlar." 

"Ah, demek öyle!"

Sonra kısa bir sessizlik oldu ve ardından, biraz da kırgın bir sesle: "Sana inanmıyorum. Çiçekler narin yaratıklardır. Saftırlar. Dikenlerinin korkunç olduğunu düşünürler. " dedi.

Cevap vermedim. O sırada kendi kendime şöyle diyordum: "Eğer bu cıvata yerinden çıkmamakta inat ederse, onu çekiçle çıkaracağım."

Ama küçük prens yine araya girdi: "Yani sen gerçekten çiçeklerin o dikenleri kızgınlıktan taşıdıklarına mı inanıyorsun?"

"Hayır, hiçbir şeye inanmıyorum ben. Öylesine söyledim. Şu anda önemli bir işim var. "

Hayretler içinde kalmıştı küçük prens. "Önemli bir iş mi? "

Beni elimde çekiç, parmaklarım motorun yağından simsiyah olmuş bir halde o çirkin şeyin (yani uçağımın) üzerine eğilmiş gören küçük dostum: "İşte şimdi tam da büyükler gibi konuştun." dedi.

Kendimden biraz utanmıştım.

"Her şeyi karıştırıyorsunuz, karmakarışık ediyorsunuz." dedi sonra. Gerçekten kızmıştı. Altın sarısı buklelerini sağa sola sallayarak: "Kırmızı suratlı bir adamın yaşadığı bir gezegen biliyorum. Adam hiç çiçek koklamamış. Hiç yıldızlara bakmamış. Hiç kimseyi sevmemiş. Bütün vaktini şemalar yaparak geçirmiş. Ve bütün gün "Önemli işlerim var. Önemli işlerim var. " deyip dururdu. Bundan büyük bir gurur duyardı. Ama o bir insan değil, bir mantar o!"

"Bir ne?"

"Bir mantar!"

Küçük prens şimdi öfkeden sapsarı kesilmişti.

"Milyonlarca yıldır çiçeklerin dikenleri var. Ve milyonlarca yıldır koyunlar çiçekleri yiyorlar. Çiçeklerin hiçbir işlerine yaramayan dikenleri neden büyüttüklerini anlamaya çalışmak gereksiz bir şey mi? Çiçekler ve koyunlar arasındaki savaş önemsiz mi? O kırmızı suratlı beyefendinin şemalarından daha ciddi ve daha önemli değil mi bunlar? Ve evrende başka hiçbir gezegende yetişmediğini bildiğim bir çiçeğim varsa ve küçük bir koyun onu bir sabah, ben fark etmeden, tek bir ısırıkta yok ederse, bu önemsiz bir şey midir?"

Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Konuşmasını sürdürdü: "Eğer bir insan milyonlarca yıldızın arasındaki tek bir gezegende yetişen bir çiçeği severse, bu onu mutlu etmeye yetecektir. Çünkü yıldızlara baktığında 'Benim çiçeğim oralarda bir yerlerde' diyebilir. Ama bu koyun çiçeğini yerse, o zaman bütün yıldızlar aniden kararmış gibi gelir ona. Ve sen bunun önemli olmadığını düşünüyorsun!"

Daha fazla konuşamamıştı, çünkü gözyaşlarına boğulmuştu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Daha fazla konuşamamıştı, çünkü gözyaşlarına boğulmuştu.  

Akşam olmuştu. Takımları bir kenara bırakmıştım. Herhalde çekicim, cıvatam, susuzluğum ve   ölümüm bana şu an olduğundan daha önemsiz gelemezdi. Milyonlarca yıldızın arasında, bir gezegende, benim gezegenimde, rahatlatmam gereken bir küçük prens vardı! On kollarıma aldım ve yavaşça salladım. 

"Çiçeğin için hiçbir tehlike yok. Koyununa bir ağızlık çizeceğim... Çiçeğin için bir çit çizeceğim... Ben... Ben..." 

Ona nasıl ulaşacağımı, onu nasıl rahatlatacağımı bilemiyordum. Bu gözyaşı seli öyle tuhaftı ki...

Küçük PrensHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin