5

1.2K 73 31
                                    


Uykusuzluktan kendimi kurtarmak için küçük bir gezintiye çıkmıştım bugün o mühendisle. Sana bir kart yazdım, ama imzalayıp gönderemedim... Bir yabancıya yazar gibi yazamıyorum artık sana.

Pazartesi

Ancak gün ışırken dalabildim uykuya - korkunç dememek için kötü diyorum-, bir düş gördüm. (Neyse ki uzun sürmüyor düşlerin etkileri.) Kötü bir düş gördüm Milena... Gene de bu düşü gördüğüme seviniyorum, düşler sona ermedikçe kişi uyanmaz uykusundan, sımsıkı tutar düşler bizi, istesek de uyanmayız; işte birazcık uyuyabilmemi bu düşe borçluyum. Viyana'daymışım. Kendi yarattığım bir Viyana vardır kafamda; gelirsem oraya günün birinde, öyle bulacağımı sanırım hep. (Yarattığım bu Viyana, küçük, sessiz bir alandır yalnız. Alanın bir yanında senin evin, evinin karşısında kalacağım otel; solda Batı Demiryolları İstasyonu, o istasyona ineceğim Viyana'ya geldiğimde; Franz Josef İstasyonu onun solunda, ayrılırken de bu istasyondan bineceğim trene. Kaldığım otelin bodrumunda, yalnız sebze pişiren bir de lokanta vardır: Ağzıma et koymadığıma göre, yemeklerimi orada yiyebilirim; yemek yemiş olmak için değil, Prag'a dönerken, biraz yüklü olmam gerekir. Neden anlatıyorum bunları? Gördüğüm düşle İlintisi yok. Anlaşılan geçmemiş daha düşün etkisi.) Düşümdeki Viyana, bu anlattığıma pek uymuyordu; gördüğüm büyük bir başkentti... Akşam olmak üzere; ıslak, karanlık, bilmediğim bir kaynaşma, bir gidip gelme sokaklarda, taşıtlarda. Kaldığım yerle evinin arasında, uzunca, dörtgen ve herkesin girip gezindiği bir bahçe varmış. Birden gelivermişim Viyana'ya, mektuplarımdan önce varmışım. (Böyle oluşuna pek üzüldüm sonraları.) Gene de, sen biliyormuşsun geleceğimi, buluşacakmışız. (Gene de yük olmaktan çekmiyorum.) Neyse ki, yalnız değilmişim, birkaç arkadaşla gelmişim, aralarında bir kız da var; kim olduklarını yerli yerine bilmiyorum, beni korumak için yanımdaymışlar sözde. Konuşmasalar, sussalardı, ne iyi olacaktı... Ama ne gezer, durmadan fısıldaşıyorlardı, durumumu tartışıyorlardı belki. Ne konuştuklarını anlayamıyordum, anlamak da istemiyordum, ama insanı çileden çıkaran bir fısıldaşmaydı bu.

Ben otelin önüne çıkmış, sağ kaldırımın yanında duruyormuşum... Sizin evi gözlüyorum. Sizin ev, köşk gibi bir şey, tek katlı, hemen önünde mermerden, yuvarlak bir balkon var. Meğer, kahvaltı saatiymiş, sofra kurulmuş bile; kocan geliyor, sağda duran hasır bir iskemleye oturuyor... Uykudan yeni kalkmış olacak, geriniyor. Sonra sen geliyorsun, masanın arkasına geçip oturuyorsun; seni görmem için hiçbir engel yok, ama gene de kocanı daha iyi görüyorum da seni bulanık görebiliyorum... Ak mavimsi, kımıldayan bir nesnesin, hortlak gibi bir şey! Sen de kollarını açıyorsun, ama gerinmek değil bu, bir çeşit kutsallık var bu kolların açılışında. Birden akşam olmuş ve sen yanımdasın... Sokakta, kaldırımın üstündesin. Benim bir ayağım kaldırımda, bir ayağım yerde, elini tutuyorum... Hızlı hızlı, kısa kısa tümcelerle bir konuşmadır başlıyor aramızda. Bu konuşma hiç kesilmiyor, uyanıncaya dek! Neler konuştuğumuzu anımsamıyorum, yalnız sondan iki, baştan da iki tümceyi söyleyebilirim... Ara yerde konuşulanlar anlatılamayacak kadar acı. Bakışlarından bir şeyler sezmiş olacağım ki, daha selamlaşmadan: "Beni başka türlü canlandırmıştın kafanda, değil mi?" diyorum. "Açık söylemem gerekirse, evet" diyorsun... "seni daha alımlı sanmıştım." ("alımlı" yerine daha Viyanaca bir deyim kullanmıştın, gelmiyor şimdi usuma.) Konuştuğumuz ilk iki tümce buydu işte. (Bir şey diyeyim mi? Biliyorum, her yaptığım işte bir eksik yanım vardır, ama ezgi konusunda yüzde yüz, baştan sona sıfırımdır! Hiçbir işte böylesine kesin bir bütünlüğe ermemişimdir!) Başka ne konuşabilirdik? Her şey aydınlanmıştı... Derken, ne zaman bakışacağımızı tartışmaya başladık. Ben durmadan soru sordum, sen durmadan anlaşılmaz bir sürü kaçamaklı karşılıklar verdin. Birden yanımdakiler de söze karıştı: Benim Viyana'ya gelişimin başka bir nedeni de varmış, anlaşılan engeller ortadan kalkmış olacak ki, başkente yakın bir yerde, görmem gereken Tarım Okulunu, gidip görebilir misim artık! Yanımdakiler bana acımış olacaklar ki, bu Tarım Okulu sözünü attılar ortaya... Beni kaçırıp oyalayacaklardı akılları sıra. Böyle olduğunu sezinledim... ama göz yumdum... birlikte istasyona gittik; Viyana'dan ayrılışım üzebilirdi seni belki, bunu da bilmek istiyordum. İstasyona geldiğimizde tuhaf bir şey oldu: Tarım Okulunun hangi ilçede olduğunu unutuvermiştim.

Milena'ya MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin