10

633 46 5
                                    


Cuma

Seni sevip sevmediğimi soruyorsun durmadan, çok güç bunun karşılığını vermek Milena, mektupla hiç verilemez hele (son pazar günkü mektupla bile). Bu yakınlarda yüz yüze gelirsek söylerim (soluğum kesilmezse). Yalnız n'olursun, çağırma beni Viyana'ya, yazma bu konuda; gelmeyeceğim, ama bu konuda ettiğin her söz, etime batan kızgın bir şiş sanki, yakıyor, geçmiyor acısı, gün geçtikçe daha da yakıyor. Bu olamaz istediğin. Demek çiçek gönderdiler sana? Üzüldüm; üzüntümden ne çiçeği olduğunu sökemedim yazından. Odanda duruyor, öyle mi? Dediğim gibi, odandaki dolap olsaydım, güpegündüz, birdenbire çıkıverirdim odandan... O çiçekler soluncaya değin dışarda dururdum hiç değilse. Hoşuma gitmedi. Her şey o kadar uzak ki...

Gene de kapının tokmağını elle tutacak kadar yakın görüyorum, karşımdaki mürekkebi gördüğüm gibi. Dünkü, hayır daha önceki günkü telgrafını unutmamam gerekir evet, ama o telgrafı çektiğinde de solmamıştı daha çiçekler. Hem neden bu denli sevindirdi o çiçekler seni? "En sevdiklerin" olduklarından ötürü mü? Yeryüzünde o cinsten bir sürü var, onlar da sevindiriyor mu seni? Ama kim bilir, belki bu sorunun karşılığı da kolay değil, yüz yüze gelince verilebilir ancak. Neredesin Milena? Viyana'da mısın? Nerede bu Viyana? Olmuyor, kurtulamıyorum çiçeklerden. Kertner Sokağı bir masal, bir düş, öyle bir düş ki, geceyi andıran bir günde görülmüş, ama bu çiçekler gerçek Milena, dipdiri duruyor çiçeklikte ("saçma" buluyor, gene de göğsüne bastırıyorsun onları!); onlara dil uzatmak da olmuyor, öyle ya: "en sevdiklerin"miş bunlar! (Ama ne var? gene de üzgünsün, neden?)

Görürsünüz, Milena çıksın hele odadan, sokağa atacağım topunuzu. Bir şey mi oldu? Niçin sıkıntılısın? Söylemeyecek misin ne olduğunu? Söyleyeceksin, değil mi? Max'i soruyorsun, çok oldu sana yazalı, ne yazdığını bilmiyorum, ama mektubu pazar günü önümde attıydı kutuya. (Sen benim pazar günü yazdığım mektubu aldın mı?) Dün kötü bir günümdü, dayanılmayacak gibi değil, ama kötü bir gündü işte, daha sonra anlatırım belki nedenini. İyi ki, telgrafın gelmişti. Kimsenin bilmediği bu telgrafı sokup cebine, yürümek pek hoş oluyor. "Çek Köprüsü"ne doğru yürürken birkaç kez okudum. (Her okunuşta yeniymiş gibi geliyor insana, yutar gibi okuyorum, kâğıtta bir şey kalmadı sanıyorum, ama cebime sokar sokmaz, baştan yazılıyor sanki.) Yanıma yöreme bakmıyorum ürkerek, kızmıyorlar mı diye...

Kızmak değil de belki, beni görenlerin bakışlarından şöyle bir şeyler okuyacağımı sanıyorum: "Bak hele! Sen kim oluyorsun da bu çeşit telgraflar alıyorsun? Yukarıya bildireceğim bunu. İlk iş hemen bir kucak dolusu çiçek göndermek olsun Viyana'ya... Bir şeyler yapmamız gerekir, göz yumamayız bu olaya." Oysa kimsenin umurunda değil, kimi oturmuş balık tutuyor, kimi de onları seyrediyor; çocuklar topun ardından koşuyor, köprüdeki dilenci avuç açmış dileniyor... Gene de, sanki herkeste bir zorlama var gibi, düşündüklerini açığa vurmamak için zorluyorlar kendilerini sanki. Bu zorlama güzel işte... Hepsi sözbirliği etmiş, aynı şeyi düşünüyor: "İyi iyi" diyorlar "gelmeliydi bu telgraf sana... Hak ettin mi, etmedin mi? Orasını araştıracak değiliz, sen de fazla kurcalama." Biraz sonra gene çıkarıp okuyorum, artık sinirlenirler, diyorum kendi kendime, hiç değilse böyle uluorta okuduğum, saklanmadığım için kızarlar, diyorum, ama hayır, kızmıyorlar, sinirlenmiyorlar, işlerine bakıyorlar gene. (Ama sen Milena, sen niçin üzgünsün?)

Filistinli bir Yahudiyle konuştum akşamüstü; bütün ayrıntılarıyla anlatamam onu mektupta; bu kısacık boylu, küçük, zayıf, sakallı, bir gözü kör adam çok önemli bence. Onu düşünerek geçti yarı gecem.. Başka bir gün yazarım bu konuda. Demek alamadın pasaportunu, alamayacaksın da?

F.

***

Perşembe

Çalışkan Milena! Kafamda değişiyor odan biraz, yazı masası filan iyi ama, iş yapılan bir oda gibi gelmiyordu bana, ne var ki, şimdi bunca işi görünce - duyuyorum, inanıyorum da - olağanüstü sıcak, olağanüstü serin ve sevinçli bir hava olmalı odanda şimdi. Yalnız dolabın bütün ağırlığıyla duruyor yerinde, kimi zaman direniyor, açmıyor kapısını, hele pazar günü giysini vermek istemiyor, öyle mi? Dolap demeye dili varmıyor insanın... Yeni bir ev kurarsan, almayız, atarız o dolabı! " Son günlerde yazdığım birçok şeyden ötürü utanıyorum, kızma, olur mu? Oradan kopamıyorsan suç yalnız sende değil, kendini suçlu bulup üzülme, asıl suçlu benim... Açıklarım bunu bir gün.

Milena'ya MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin