Ve Son.

1.2K 108 102
                                    

Bir prenses olsaydın, yatağındaki bezelye tanesi yüzünden acı çekebilirdin. Sonra da hafife alınırdın. Çünkü hafife alınır acılar.

Kabul edelim, buyuz biz. Birbirimizin acılarını, dertlerini hafife alırız.

Peki söyleyin bana, acım bile yadırganıyorsa nasıl anlatayım kendimi?

Yaşanan şeyi yaşayandan çok kim bilebilir? Onda oluşturduğu yaraları, içinde yaktığı alevi kim bilsin?

Karıncalar mesela.
Karıncalar çekirdek kabukları taşırlar yuvalarına. Kendi ağırlıklarından yüz kat fazlasını taşırlar omuzlarında ama neticede bir çekirdek kabuğu değil mi senin için?

Bazıları acının içine doğarlar. Yoksulluk, savaş, sosyal politikalar, hastalık.. Doğduğunda yapılan kızamık aşıları gibi bağışıklık kazanırlar acıya. Çünkü doğduğundan beri gördüğün şey normaldir senin için, yoksulluk içinde büyüdüysen yoksulluk normaldir. Böyle durumlar dev insanlar yetiştirir, bilmeden, savaşın, açlığın, yoksulluğun yetiştirdiği dev çocuklar vardır etrafta..

Ve biz... geride kalanlar, dünyanın yüzde doksanını oluşturan karıncalar, çekirdek kabuklarını sırtlanmaya bakarız. Güçlü olduğumuzu düşünürüz, güçlüyüz de zaten. Bütün bu olanları, vahşeti, kıyımı, haksızlığı görmemeye çalışırken de acı çekmiyor muyuz? Vicdanımızla savaş vermiyor muyuz?

Şimdi otur bir köşeye, ağla. Geçmiş acıların için, kendine yapılan haksızlıklar için, tüm sevdiklerin için ve karşılığında sevilmediklerin için, geçen gün yolda gördüğün üşümüş sokak köpeğinin bilinç altına kazınan görüntüsü için... Ağla, acı çek.

Herkes kendi tonunda acı çeker çünkü. İster bir çekirdek kabuğu taşı sırtında, istersen bin tonluk kasa... Hacmin kadardır zaferin, acıların.

Bunu bil, anla, benimse. Birazdan içimi dağlayan, bütün etlerimi sanki biri cımbızla çekiştirip koparıyormuş gibi hissettiren ve tüm bunlar olurken sesimi dahi çıkaramadığım hayatımı haykıracağım ve sen de bunu okumak istersen, dönüp de bana 'Gerçekten, bu mu yani?' demeyeceksin. Acımı yadırgama. Belki benim de hatalarım var. Belki de bütün bu yaşadıklarımı sonuna kadar hak ettim. Yine de acı çektiğimi unutma ve saygı duy.

Bir karıncayım ben, sırtımdaki çekirdek kabuğunu taşımak çok zor. Alışmaya çalıştım, alışamadım. Artık güçlüymüş gibi davranmak istemiyorum. Artık biri sırtımdaki kabuğu alsın, nefes almama izin versin istiyorum. Ben artık gökyüzünü görmek, eğdiğim boynumu bir kez olsun dik tutabilmek istiyorum. İstiyorum ama, hiçbir şey istediğim gibi olmuyor ki. Bırakın başımı dik tutmayı, dizlerimin üzerinde durmak bile çok zor.

Bir fare gibi dönüp durduktan ve sonunda Jongin'i dizleri üzerinde otururken, başına Tao'nun elindeki silah yaslıyken bulduktan sonra anlamıştım, bu hayatta ne yaparsam yapayım bir şeylere engel olamadığımı. Yine de adımlarımı ona doğru atmak zorunda hissetmiştim. Gidip sevdiğim kişiyi kurtarmalıydım çünkü.

Jongin'in gözleri, bana gitmemi söylüyordu. Bunu çok geç anladım ve tuzağa kendi adımlarımla girdim. Kapılar bir bir kapandı. Büyük bir alanda kısılı kalmıştık. Deponun kalbiydi burası. Labirentin ortası, girişlere eşit mesafede ancak çıkışa çok uzak.

Adımlarım önümden hızlıca geçen siyah bir şeyle duraksadı. Saçlarımı uçuracak kadar kuvvetli bir rüzgar bırakmıştı arkasında. Ne olduğunu görmek için sola döndüğümde bir kez daha pişman oldum. O an gözlerimi sıkıca kapatmalı ya da o tarafa bakmamak için boynumu kırmalıydım. Bu seçenekler benim için daha iyi olurdu ama ne yazık ki merak duygusu ağır basmıştı ve görmüştüm.

DeadLock ~ SekaiDove le storie prendono vita. Scoprilo ora