İki

343 31 15
                                    

“Perseus!”

Perseus, Yeni Leydi’nin Yunanistan, Argos topraklarına giriş yapmasının ikinci gününün sabahı saray koridorlarında yürüyüp, iki taraf için de rızasız olan evliliği çökertmenin bir yolunu bulmaya çalışırken ona arkadan yetişmeye çalışan Piper ile arkasını döndü.

Bu sabah, Piper üzerindeki etekleri uçuşan, kırık beyaz renkli elbisesi ile annesi Afrodit’in arabasını çeken güvercinlere benziyordu, elbette iyi anlamda bir benzetmeydi bu. Uzun kahverengi saçlarına bağlanmış kumaş ve boncuklar onu bir Kızılderili Kraliçesi gibi gösteriyordu ve babası da bir kabile reisi olduğundan, bu yanlış bir benzetme olmazdı. Deri, tahta süslerle döşeli sandaletleri hafifçe gıcırdarken koşturarak Perseus’un yanında durdu.

“Tanrılar,” dedi nefes nefese. “Gelinlik provasından zar zor kurtulduğumu söylesem bana inanır mısın?”

Perseus gözlerini büyüttü, her ne kadar düğünün bir ay sonra olmasına karar verilmişse de babası ve saray halkı onları acele ettirmek için ellerinden geleni yapıyor gibiydi. Bu durum onu biraz da olsa umutsuzluğa düşürmüştü, acele etmezse Piper ve o saçma bir duruma düşeceklerdi.

“Ve ben de onlara senin beni dolaştıracağına söz verdiğini söyledim,” dedi Piper aceleci bir tavırla ellerini sallayarak. “Bilirsin, nişanlımsın falan ya.”

Perseus nefes verdi, bu konuda Piper kadar açık konuşamıyordu, biriyle nişanlı olmak bile ona garip  gelirken, nişanlısının bu konuyu konuştuğu kişi olması ondan bile garipti yani.

“Yani,” dedi Perseus. “Seni dolaştırmam mı gerekiyor?”

Piper bıkkınlıkla başını iki yana salladı. “Evet,” Kaşlarını çattı. “Sanırım bu olmasını engellemeye çalıştığımız düğün için gelinlik alınmasından daha iyidir, ha?”

“Haklısın,” dedi Perseus.

“Yapacak işim de yoktu zaten, gel.”

Piper ona garip garip baktı.

“Burası koluna girmem gereken yer mi?”

Perseus güldü. “Evet, Leydim.”

Kolunu reverans yaparak uzatıp, Piper ona tutunduğunda, bunu arkadaşça yapabileceği biriyle nişanlandığına sevindi, yoksa olaylar daha da karışır, içinden çıkılmaz bir hal alırdı.

Saray bahçesindeki tarhların arasından geçtiler. Saray çalışanları sanki bir tiyatroyu izler gibi izlediğinde Perseus, Piper’ın başını eğdiğini fark etti. Onu tanıdığı kısacık bir süre boyunca elde ettiği en belirgin izlenim, onun ilgileri üzerine çekmekten -diğer Afrodit kızlarının aksine- hoşlanmadığıydı.

Bahçe kapısından çıktıktan sonra bir süre boyunca sessizce yürüdüler, saraydan uzaklaştıkça insanların sayısı ve kalabalığın yoğunluğu artıyor, içlerinden bazıları onları parmakları ile gösterip fısıldaşıyorlardı.

“Burası hep böyle midir?” diye sızlandı Piper rahatsız olmuş bir şekilde. “Yani insanlar hep seni gösterip bir şeyler mi söylerler?”

“Buna alışık olmalısın,” dedi Perseus. “Sen kabilenin prensesi değil misin?”

Piper başını iki yana salladı. “Cherokee genel olarak konuma ve dış görünüşe değil, ruhsallığa önem verir. Orada etrafımdaki insanlardan farkım yoktu.”

Perseus şaşırdı. “Ben hayatımda bir kere bile onlar gibi hissetmedim.” Etrafındaki insanları gösterdi. “Çok merak etmeme rağmen.”

Küçük bir kız çocuğu yanlarına yaklaştığında ikisi de durdular.

“Annem senin tanrıça Afrodit’in kızı olduğunu söyledi,” dedi düşmüş süt dişlerini belli edecek kadar heyecanlı bir tavırla ağzını açarak. “Büyükonuş’un varmış, doğru mu?”

Sea Stars || PercabethWhere stories live. Discover now