Bölüm: 24

829 136 149
                                    

Ait oldukları bedenin neredeyse pes edecek kadar bitkin olan ayakları haricindeki hiçbir şeyi umursamayan gri gözler, dakikalar süren savaşının sonunda kollarından alınan Eon'un varlığını hala arıyordu.

Aklında başka hiçbir şey yoktu o an, zihninin her bir yanı yalnızca tek bir ismin işgali altındaydı. Beyninde güneş gibi ışıldayan bu isim kalbine geceyi düşürse de Hoseok başka bir şey düşünmeyi inatla reddetmekteydi.

Ta ki duyduğu sesle gözleri ilk defa ayaklarından başka bir yöne çevrilene dek.

"Hoseok!"

İkisinin bakışları buluştuğunda Hoseok'un grilerindeki öfke birazcık söndü ve biçimli dudakları gülümseyecek gibi oldu. Adımları o farkına dahi varamadan sevgilisine yöneldiğinde ise iki koluna da girmiş olan komutanlar tarafından yeniden dümdüz yürümeye zorlanmıştı.

Bununla beraber nasıl bir durumda olduğunun farkına vararak irkilmiş, üzüntüsü büyümüştü. Ne birkaç adım ötesindeki Yoongi önünde, taht odasının yolunda iki yana dizilmiş muhafızlardan oluşan etten duvarı geçebiliyor ne de Hoseok onun iki kolunu da sımsıkı tutan komutanları aşıp ulaşabiliyordu sevdiğine.

İçinde bulunduğu durum öfkesini katladığında adım atmak için bile fazla halsiz olduğundan ayaklarını sürüyerek hareket eden bedeni, beyninin komutları dışında hareket etti ve o halinden beklenmeyecek bir güçle silkelendi. Bu silkelenme, turuncu saçlının kollarına girmiş olan iki komutanın da sendelemesine sebep olmuştu.

Ani hareket yüzünden ağrıyan kaslarını biraz da zorlayıp bir kez daha çırpındı fakat bu çabası sonucunda elinde kalan tek şey başarısızlıktı. Komutanların onun kollarını daha da sıkı tuttuğunu hissedebiliyordu ve öylesine bir kuvvetten kurtulması o durumda pek mümkün değildi.

Kendini gereğinden fazla yormuştu, saatlerce oturup Eon'la konuştuğu zindanda bir saniye olsun arkadaşını sımsıkı saran kolları gevşememişti. Uyuşmalarını veya yanmalarını görmezden gelmenin acısı şimdi çıkıyordu işte, kolları bir bardak suyu bile kaldıramayacak kadar halsizdi. Üstüne üstlük Eon'u vermemek için çatıştığı komutanların da ellerini bağlarken ona nazik davrandıkları söylenemezdi. Bu nedenlerden ötürü ölmüş gibi hissediyordu Hoseok.

En azından taht odasına adımlamamak için direnç göstermeye devam eden hortlak, kendini çekiştirip duran komutanlara teslim olmak üzereyken en umutsuz anında onu mutlu edecek o sesi duydu.

"Bırakın onu."

Söylediği cümlenin o gergin ortamdaki yersizliği nedeniyle bütün gözler Aaron'a döndü. Beyaz saçları birbirine girmiş, bitkinliğinden dolayı yanındaki arkadaşından hafifçe destek alarak duran Aaron'ın gözleri ise kararlıydı. "Bütün sorumluluk bana ait. Yalnızca birkaç dakikalığına ona izin verin."

Ellerinin siyah halatla bağlı olmasından dolayı herkes kralın Hoseok'u beklediğini biliyordu ve eğer birkaç dakika dahi olsa zaman kaybederlerse kralın sinirlenmesinden çekiniyorlardı. Siyah halat, Teahean'in askeri düzeninin en ciddi eşyasıydı. Elleri siyah halatla bağlanan mahkumlar genelde bir daha taht odasından çıkamadan canları alınırdı ve o oda, gördükleri en son oda olurdu.

Bu halata layık görülenler ise genellikle krala sırt çevirenlerden oluşan topluluktu. Hoseok, prensesi canice katletmesi sebebiyle bu topluluğun bir üyesi haline gelmişti.

Kollarından sımsıkı tuttukları kişinin çok büyük bir suç işlediğini biliyorlardı komutanlar. Yine de tereddütte kaldıkları birkaç saniyenin ardından onun titreyen bedenini yavaşça serbest bırakmayı kabullendiler.

Teahean // YoonseokWhere stories live. Discover now