5

9.9K 909 333
                                    

Medya: Haydarpaşa Garı

Bu kısa ilk mektubu okuduğumda az evvel yaktığım sigarayı dudağıma sıkıştırıp tam olarak ne okuduğumu kavramaya çalışıyordum. Sigarayı söndürüp tekrar tekrar okudum. Fotoğrafın anlatıldığı paragrafa gömülüp kalmış, bir yandan da ilk gördüğüm fotoğrafı inceliyordum.

Babam... K. Süreyya... Aklımda peyda olan düşüncelerimi açıkça dile getiremiyordum. K. neyin kısaltmasıydı ki? Keriman, Kader, Kübra... Dahasını okumam gerekiyordu. Bir sonraki mektubu elime aldım. Zarfın içinden bir fotoğraf daha çıktı. Biri kadın biri erkek iki kişi vardı. Diğer mektuptaki adama benziyordu, sadece saçları biraz daha uzamıştı. Kadının lepiska saçları çok güzel görünüyordu. K. Süreyya o muydu acaba?

28 Ağustos 1960

Kürdoğlum,

Seni postane yolunda bekleteceğimi bilsem, inan bana gittiğin gün hemen bir mektup yazar, nasıl küçük bir çocuk gibi arkandan gözü yaşlı tepindiğimi anlatırdım ki belki insafa gelir de beni ardında bırakmanın zalimliğini fark ederdin, dönerdin, olman gereken yere. Ama kızgınlığımı da anla lütfen.

Sen gidince bana kalan büyük bir acziyetti sadece. Islak diye yanına almadığın gömleğini giyip doldurduğun yazı defterlerine bakmak acziyet değil de nedir? Foto Sinan çabucak dönsün diye dualar mı etmedim! Fotoğrafına bakıp teskin olurum diye...

Ailene karşı vefasızlık, hainlik yap demedim. Tek oğullarından kendi istikballerini bekleyen anne, babana da kızmıyorum! Ama düşünmedin mi, beni yatağımda uyurken bırakıp gitmen canımı yakacak diye? Kolumu kanadımı kıracak diye. Hatırlayınca kahroluyorum! Bana bir vedayı çok görmemeliydin.

Fakat söyleyeyim, uyanıp da seni göremeyince Melehat Ablaya koştum. Çok değil, on beş yirmi dakika önce çıkmışsın evden. Bana çantanla beraber çıktığını söylediğinde ne yapacağımı bilemeden sokağa fırladım. Koştum, koştum. Ardından koştum. Otobüslere vardığımda onlarcasını kontrol ettim ama yoktun. Büyük umutlarla, nefes nefese Haydarpaşa Garı'na geldiğimde tren ben gelmeden önce kalkmıştı. Bir kere daha göreydim gün ışığında, sadece bir kez! Adını bağırdığımı, hayır, haykırdığımı duyabilmeni, başını bir pencereden çıkartıp el sallamanı öyle çok istiyordum ki... Delilik sınırında yalpalıyordum.

Hiç böylesi bir acı yaşamamıştım. Yuvam olmuştun. Sevginle, dostluğunla, sıcaklığınla fethettiğin kalbim göğsümde kuş olup can çekiştiğinde elimden gelen tek şey içmek ve haykırmaktı.

Seninle tekrar beraber olmak için her şeyi yaparım. Sadece sen benden bunu iste.

Elini titretip de yazını bozma. Merak etme, senden umudumu kesmedim. İstanbul olmasın da neresi olursa olsun deyip kendimi yola attığımda yanımda sadece arkadaşlarım vardı. Liseden arkadaşlarım. İçini rahatlatacaksa kan kardeşim sayarım onları. Hepsi bu.

Ama bu soruyu sorarken bana acımıyor musun? Belki de bu mektup eline geçtiğinde evlenmişsindir! Belki de evlisindir!

Bunu düşündükçe kahroluyorum. Kuş olup kanat çırpmak ve pencerene konmak istiyorum. Görmek, görmek... Asırlardır oruç tutup su içmemiş gibiyim. Fakat Mardin neresi! Ya Cizre!

Ali İhsan! Hasretim çığ olup dökülüyor gönlümden.

Eşte haz dıkım.**

                                                                                                                                            K. Süreyya

Derkenar: Zarfa bir fotoğrafımı koydum. 

---

Mektup bittiğinde bir sigara daha yaktım. Tam olarak ne düşünmem gerekiyordu hala emin değildim. Fotoğraftaki kadın mıydı babama aşık olan yoksa... Yerimden kalkıp pencereden dışarı seyrettim. Cırcır böcekleri gecenin sessizliğini bozuyordu. Ay tepeye doğru gelmiş, daha bir aydınlatıyordu mavi geceyi. 

Aşağıdan ses gelince babamın henüz uyumadığını fark ettim. Yanına gidersem okuyup okumadığımı sorabilirdi. Öğleden sonra eve geldikten sonra hiç bahsetmemişti. Gerçi Kenan, Necat ve Mehmet abimler evi şenlik yerine çevirmişti. İstese de mümkün değildi. Şimdi gecenin sükunetinde konuşulabilirdi. Ama bende emin olmadığım bir isteksizlik vardı. Bu gecelik oturup okuyabildiğim kadar mektup okusam daha iyiydi. Hem direkt anlatmak isteseydi, zaten öğlenleyin anlatırdı. Yapamadı ki mahrem sayılan bu mektupları elime tutuşturdu.

Bir sonraki mektubu elime aldım. 10 Ekim 1960 tarihliydi. Zarfın içinden bir İstanbul kartpostalı çıktı.

** "Ez ji te hez dikim" Kürtçe, "Seni seviyorum".

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin