15 - Seyahat

5.9K 701 224
                                    

10 Haziran 1962

Kenan Süreyya, İstanbul'dan tanıdıkları aracılığıyla kendisine ulaştığı kaymakamın sürdüğü arabada otururken bir yandan alnında ve ensesinde biriken terleri siliyor diğer yandan ise büyük bir gururla direksiyon sallayan şoförü dinliyordu.

- Muallim Bey, Anadolu'muz hala kalkınmanın uzağında. Görüyorsunuz buradaki nüfus oldukça ilkel şartlarla geçimini sağlıyor. Bakın binlerce dönümlük buğday tarlalarına... Ya şuradaki sürülere bir bakın...

Kenan Süreyya vazifesi olmamasına rağmen kendisine eşlik eden memuru dinler gözükmeye çalışıyordu. İnandırıcı görünmek için onun işaret ettiği hasat yerlerine, otlayan sürülere, çalışan ırgatlara bakarak sözlerini gönülsüzce tasdik ediyordu.

- Halbuki bir biçerdöver ile işleri ne kadar kolaylaşır. Okumuyorlar efendim. Devlet onca imkanı ayaklarına getirirken onlar kendi bildiklerinde ısrar ediyorlar. Zihniyet değişmeli efendim.

Kenan Süreyya bu yukarıdan bakışa karşı okulsuz, susuz, elektriksiz ve yolsuz onlarca köyden, ilçelerden söz edemezdi. Geçmesi gereken bir köprü vardı.

- Haklısınız. Zihniyet kesinlikle değişmeli.

Az sonra arabasını durduran kaymakam bey tekrar bir ikaza ihtiyaç duydu:

- Bakın bundan sonrasında yol olmadığı için bu vasıtayla oraya gitmek mümkün değil. Sizi tekrar ikaz etmeliyim. Daha yolun yarısını bile gelmedik. Bundan sonrasında dönüşünüz meşakkatli olacaktır. İsterseniz, asker arkadaşınıza haber salabilir ve ilçe merkezine çağırtabilirim.

Kenan Süreyya bu sözleri bir müjde telakki edip derhal teşekkür etti.

- Kendisine gönül borcu duyduğum arkadaşıma gitmem daha isabetli.

- Fakat bu iptidai toplulukta Türkçemizi konuşabilecek birini bulmanız çok zahmetli ve bu da köye gitmenizin önünde büyük bir mani teşkil eder. Zira tabelalar henüz tam olarak takılmadı... Adı ne demiştiniz köyün?

Kenan Süreyya, gömleğinin cebinden çıkardığı sarı kağıda bakarak soruya cevap verdi:

- Telhubi.

- Evet! Yakup Efendi size yardım etsin. Dönüşte muhakkak uğrayın bana. Bir kahvemizi için.

- Teşekkür ederim, çok naziksiniz.

Arka koltukta oturan Yakup Efendi yanında tuttuğu misafirin tahta bavulu ile birlikte aşağıya inmişti. Aslen Cizreli olan Yakup Efendi, devlet dairesinde hademeydi ve Telhubi'ye pek de uzak olamayan bir köydendi.

Bozuk bir Türkçe ile bir tepeye çıkan ve buğday başaklarıyla çevrili uzun bir yokuş yolu işaret edip tarife başladı:

- Beyim şu yolu çık, tepeden aşağıya in. İki üç kilometre yürüyeceksin. Tarlaların arasından geçen yola değil, yanından dere geçen yola sap. Bir köye varacaksın. Orada sen yine sor, seni kağnıyla ya da atla götürürler.

Kenan Süreyya, Ali İhsan'ın aksanını duyar gibi olunca gülümsedi. Yakup Efendi'nin elini sıkarak teşekkür etti. Yakup Efendi bu el sıkışa nasıl mukabele edeceğini bilemeden eğilerek "Sen sağ ol beyim" diyebildi.

***

Yarım saattir Yakup Efendi'nin işaret ettiği tepeyi kuşak gibi saran yolda yürüyen Kenan Süreyya, güneşin yakıcılığına, elindeki tahta bavulun hantallığına ve yarım saattir bir kişiye bile rastlamamış olmasına rağmen içinde uçuşan kelebeklere eşlik edercesine türkü mırıldanıyordu.

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin