Birkaç köpek ve kedi maması, bir çikolata ve bir bayat simit

1.9K 141 51
                                    

Bir insan, toplumun gereksiz düşünceleri içerisinde kendini dışlanmış ve istenmeyen biri görürse nasıl hisseder? Dişlerini sıka sıka, arası toz dolmuş tırnakları, yumruk yaptığı ellerini sıkmaktan avuç içlerini soyarken veyahut gözlerini kırpmamaya özen gösterirken; gözyaşlarını saklıyor, üzüntüsünü belli etmiyor ve acı bir tebessüm hediye ediyorken, nasıl iyi hissedilir ki? Bu kalptir ki, defalarca kırdığımız. Bu kalptir ki, içi bembeyaz tertemiz olan -dışına nispeten- dünyanın en güçlü yapıştırıcısı bile yapıştıramaz bunu. Tabii sizin yapıştırı olarak düşündüğünüz şeyin, ne olduğuna bağlı.

Toplu taşımada seyahat ettiğim bir gün, yine insanları inceliyordum. Bu incelemelerim, çoğu zaman bana sektirmeden, ne kadar bencil olduğumuzu vurur yüzüme. O gün de öyle oldu. Bir umut baktığım gözlerde, dikkatle bir ışık aradım ama sonra bıraktım bu işi de. Gözlerin ışığı sönmüş bir insanın tek yaptığı şey, gözlerinde umut olan, sevgi olan, iyilik olan insanların hevesini kursağında bırakmak, yüzlerine tükürürcesine nefretlerini kusmaktı.

Metro durağındaydım. Metro yavaşladı, durdu ve anons sesi duyulduktan sonra kapılar açıldı. İnen ve binen yolcular seri hareket ediyorlardı. Sakin adımlarla metronun içine bindim. Boş yer var mı, diye etrafa baktım. Bindiğim vagonda, tek tük boş yer vardı ama oraları da ayakta kalan, yaşı geçmiş insanların oturması için boş bıraktım. Başka bir yer bulduğumda kimsenin oraya oturmadığını fark ettim. Biraz bakındım etrafa, homurdanan bir insan topluluğu vardı. Olayı fark ettiğimde boş olan yerin yanında bir adam oturuyordu. Dilenci, evsiz, pis ve pasaklı türünde sözlere maruz kalan bir adam. Omuzları düşmüş, elleri önünde birleşmiş, başı yere bakan bir adam. Oturduğu yere o kadar sinmişti ki, zaten zayıf olan bedeni yok olmuş gibiydi. Üzerine şöyle bir göz attım. Ayaklarında bir kahverengi kundura, sıcak tuttuğundan şüpe ettiğim bir ince çorap, altında kumaş ten rengi bir pantolon ama dizleri sökülmüş ve yer yer yekelerle kaplı. Bir inca kazak delik deşik, içinde bir tişört ama incecik, hırka giymiş üstüne de, tam üşümelik bir hırka. Uzun ve geniş bir şal var üstünde, uçlarındaki püsküllerin çoğu ya kopmuş ya yarısına kadar yanmış, başında da bir bere ama o kadar ince ve vasıfsız gözüküyor ki çekip atmak istediği uyandırır. Ellerine baktım tekrar. Kararmış ve pis eller. Pis demeye dilim varmıyor ki. Kim bilir neler yaşadı o eller. Neler konuştu soğuk duvarlarla? Neler yedi yaralarla, çiziklerle? Ne okudu tozlarla? Bilemem.

Elinde bir poşet gördüm. Beyaz şeffaf bir poşet. Dikkatli baktım biraz daha içinde, birkaç köpek ve kedi maması, bir çikolata ve bir simit gördüm. Ayaklarım titremeye başladı. Başım döndü, gözlerim karardı. Yer kaydı sanki ayaklarımın altından. Kaç kilo aldırırdı o çikolata? O simitle kaç gün idare edecekti? Gözlerimin dolmasına engel olamadım ben. O çok ağlamış mıydı?

Bakışlarını yerde kaldırmadı bir saniye bile. Titrediğini fark ettim. Koku da yayılıyordu ondan. Acaba duymuş muydu ona hastalıklı dediklerini? Hepsi de benden büyüktü. Böyle mi örnek oluyorlardı? Benim de bunları mı yapmam gerekiyordu? Sanırım duymuştu çünkü daha da sinmişti olduğu yere. Tam o an bir kalbin kırılma sesini duydum. Yere saçıldı beyaz cam parçaları. Toplamaya çalıştıkça eli kanıyordu onun, kim bilir ne kadar acımıştı elindeki yaralar.

Ellerim kaydı tuttuğum direkten. Yanına adımladım usulca. Bir ara düşme tehlikesi yaşadım ama sorun değildi. Yanına vardığımda da, oturduğumda da bir tedirgindi. Oturduğumu gördükten sonra kalkmaya yeltendi. Durdurdum onu. Gereği var mıydı ki bir insan için yerinden edilmesinin? Tam o an gözlerime baktı. Öyle bir parlaktı ki o kahverengi gözleri, afalladığımı anımsıyorum. Gözleri dolu, gözlerim dolu. Ellerim titriyor, elleri yaralı titriyor. Soğuktan mı, üzüntüden mi? Gözlerindeki ışığı gördüm ya ben, o an leylak oldu kokusu, takım elbisesi oldu yırtık, kirli kıyafetleri, kremli, narin oldu elleri, parlak süet oldu tabanı patlamış ayakkabıları. Işıklı gözleri ile ilerlese yolda, değişmeyecek tek şey kedi ve köpek maması, bir çikolata, belki de bayat bir simitti. Isındı içim o an. Dedim ki, benim yerimde doğsaydı keşke. Keşke yer değiştirseydik de üzülmeseydi o. Bakışmaya devam ederken, ışıkların arasında bir Ay gördüm. O Ay'a ip bağlamış sallanan bir de o adamı. Her şeyden fazla parlayan en büyük yıldızı yani. Büyük bir tebessüm verdim ona. O da bana güldü. O an fark ettim ki bu adam her güldüğünde, dudak kenarlarında ki yaralar kanamış. Canı yanar mıydı bir insan gülünce? Onun o halini görünce burnum iyice sızladı, yine döndü başım, elim ayağım boşaldı. Tutamaz oldum, kaydı ayaklarım. Bakışlarında gördüm o an elleri başında, dizlerini kendine çekmiş bir çocuk. Elleri ağlıyor, gözleri konuşuyor o an. Etraf sessizleşti. Ben o metrodan onunla inene, tahmin ettiğim gibi bayat olan simitini ve küçük çikolatasını benimle paylaşana, mamaları duvar köşesi dostlarına verene kadar ne kadar haklı olduğumun bu kadar farkına varmamıştım.

O adamla konuşmuyorlardı ama onun, köşe başı tozları ile hayvan dostları vardı. Bir insandan daha merhametli, o küçük hayvan dostları.

Şimdi benim de bir dostum var. Binlerce dosta bedel. Gülünce dudak kenarları acıyan, okşadıkça hayvanların başını, elleri acıyan bir dostum var. Dünyanın en güçlü yapıştırıcısı olduğunu düşündüğünüz o şeylerin hiçbiri bunu yapıştıramaz belki. Ama biz kattık bir şeyleri birbirimize. Ben bir iğne aldım elime, sevgi olan bir iğne, kabuğu kopup kanayan yaraları dikiyorum, o da şimdi gökyüzünde Ay'a bağladığı halatlarının ucuna oturmuş sallanıp küçük hayvan dostları ile bizi, beni izliyor. Yanında yine mamalar, çikolata ve bir bayat simit. Leylak kokuyor, üzeri temiz, ayakları üşümüyor, elleri kremli ve narin, dudak kenarları şimdi tertemiz, gözleri yine aynı bakıyor. Ve ben biliyorum ki o yolda, bu adam yine olsa yine bölüp bayat simitini benimle paylaşırdı. Bir şey daha biliyorum ki o insanlar yine olsa yine onun yanına oturmazdı. İyi ki oturmamışlar ki şimdi elimde iğnemle birlikte ben tanımışım onu.

Yapışmaz bir yara büyütmüşler onun kalbinde, vücudunda. O ise kendini değil de başkalarını düşünmüş. Onun kadar şanslı doğsa her insan. Ne iyi olurdu şimdi, dudak kenarları yara olan o adamlar.

-Jeon Jeongguk

___
Vao, dudak kenarı kanayan adamları görmenizi diler... İyi günler dostlarım💘

Bir poşet dolusu umutWhere stories live. Discover now